31 Mayıs 2015 Pazar

Nagecim Süper Berduş

dört haftadır cuma günleri sırt çantamı alıp soluğu aştide alıyorum. sırt çantası dediysem öyle büyük bir şey getirmeyin aklınıza. içinde kıyafet namına hiçbir şey yok. sadece kitaplar. aştiye girince nefes aldığımı fark ediyorum. bir anda bir bilet, nereye olduğu bu aralar çok önemli. tadını çıkarıyorum gitmek fikrinin verdiği hüznün ve sevincin. dört haftadır bilinmezliğe gidiyorum. öyle iyi geliyor ki yollarda olmak. pazar gecesi ankaraya dönme fikri beni sıkıyor; sonra diyorum ki, sabret nagecim son iki üç ay. burayı da özleyceksin hemde köpekler gibi özleyeceksin. otobüsün camından kendi yansımamla birlikte manzaraları seyrediyorum hızla değişen mekanlar, zamanlar, insanlar... karadeniz manzarasından ansızın iç anadolu manzarasına geçiyorum sonra ansızın marmara oluyor, hoopppp bir bakmışsın aç kollarını ege. vana kahvaltıya gittim bir zamanlar gerisini siz düşünün. insan kendinden kaçamaz ama mekan değişince ruh hali de değişiyor. baktığın manzara değişince sende değişiyorsun zaman zaman. kafamda dolaplar olduğunu varsayıyorum güzel anları orada saklıyorum. fotoğraf çekmekten nefret ediyorum. ' Sakarya da balık keyfi' senin yaptığın keyif değil bebeğim ego tatmini. oysa bir bak manzaraya, o kokuyu çek ciğerlerine, ciğerlerini patlatana kadar. hiç bilmediğim sokaklarda yürürken yanımdaki zatı şahane siyasetten dem vuruyor, yokuş tırmanıyorum nefesi götümden aldığım için havanın ve manzaranın tadını zaten çıkaramıyorum, susar mısın lütfen? sus ve beni yalnızlığımla baş başa bırak, diyorum. önceleri olsa alınırdı ama yıllardır alıştı. susarsam bir daha konuşmam nagecim, diyor. ama dayanamayacak biliyorum. dört haftadır cuma gecesinden pazar gecesine kadar herkesi susturuyorum. rahat olmayan yerlerde yatıyorum, çoğu zaman akşam yemeği yiyorum sadece. sanırım yemek yemeyi unutuyorum. kafamı bir anda boşaltıp sadece manzaraya ya da yollara odaklanıyorum. ne düşündüğümü ben bile bilmiyorum. martılar, saksağanlar, leylekler, pelikanlar... geçiyor etrafımdan. tanrım bu manzara, bu koku, bu deniz, bu gökyüzü... akşamüstü bir bardak çay ya da kahve, köşebaşlarını tutan leylak kokusu. bu zamanlar hiç bitmesin diyorum, bir de bakmışsın pazar gecesi olmuş. ismini bilmediğim, öğrenmekte istemediğim bir sürü insan tanıdım. isimsiz olmaları benim için en iyisiydi. arkamı dönünce yüzlerini bile unuttum. cumartesi günü, bugün mü desem bilemedim, çantamdan bir kitap çıkardım bir sayfada şöyle yazıyordu, nagecim burada kalmışsın, sayfaları karıştırmak zorundaydım yerin kaybolasın diye yani. nagecim süper berduş. niyeyse not beni çok mutlu etti. belli ki kitaplarımda kaldığım yeri kaybedince delirdiğimi bilen insanlardan. aynı zamanda, into the wild filmini çok sevdiğimi ve yıllardır bu yüzden kendime nagecim süper berduş dediğimi bilen biri. yeniden güldüm. benim hakkımda bu kadar detaylı bir bilgiye kim sahip olabilirdi ki. gizemli olabilirdi ama elimdeki kitap daha gizemliydi. gittiğim çoğu yerin ismini hatırlamam, geçen gece bir bara gittik grup çok iyiydi cümlesinden sonra arkadaşlarım pis pis gülüp, barın ismi neydi nagecim derler. tabii ki cevap veremem. isimler ya da yüzler benim hafızam için çok zorlar. bir kaç saatlik yolculuk ardından ankaraya erken dönüş. erken dönüşün verdiği hayal kırıklığı yüzünden sanırım sürekli midem bulanıyor. haftaya cuma günü daha erken çıkacağım yola. daha çok yol katetmek için. uzun yollardan sonra kendine dönünce, gereksiz bir hüzün çöküyor. dokunsalar ağlayacaktım diyorum. iki kadehten sonra da denizde yakamozlar peyda oluyor. ansızın susuyorum, ansızın gülüyorum, ansızın kalkıp yürümeye başlıyorum. eğer yanımda birileri yoksa kendimle konuşuyorum, havalarda pek güzel nagecim, anın tadını çıkar. gökyüzüne baksam acaba yıldız kayar mı? etrafımdan şehirler geçiyor, bilmediğim sokaklar beni mutlu ediyor.

Hiç yorum yok: