31 Mayıs 2009 Pazar

Ve bir yıldız kayar bin ömür tükenir gider peşinden. Yüreğine doğru akar yörüngesi yalnızlığın, kuyruğundaki sevda yüküyle. Bin ömre onbin katar, hepsini ayrı ayrı hissedersin yüreğinde. Anlamazsın hüznünü aşkın, gözlerin görsede inanmazsın kederine güneşin. Bir yıldız kuyruğuna takar da sürükler bin ömrü, onbin ömrü, bir celsede. Karanlık olsada göz kulak olur gece, görmeyi bilenlere. Güneşin kederini anlamaya çalışırken ince bir sızıdır yüreğini kanatan. İnce bir elzemdir gecenin gönderdiği. Gece soğuktur, ölüm kadar soğuktur bazan. Yine de şükür edersin geceye, günü anlamadan onun o hüznüne hiçbir anlam veremeden öylece şükür edersin geceye. Tüm bedeninde iliklerinde hissedersin tefekkürü. Yıldız kayarken şehrin tüm pisliklerini götürür sanki. Zaman kavramı olmaz, zamansız mekansız yerlere sürükler kuyruğuna taktığı ve insanlara ağır gelen herşeyi. Pişmanlıklar kaybolur bir anda. Alır götürür hiç getirmeyecekmiş gibi ... Ardında bıraktığı izle sürükler anlık rüyalara. Sahi yaşamak ne güzel dersin, hiç düşünmeden, dert etmeden... Gece herkes uyuyunca daha bir güzel olur dünya. Onların uyurken gördükleri düşleri sen uyanıkken görebiliyorsan helede. Tüm güzel düşlerin en aklı başında yazarı sen çizeri sen... Sonra gün doğar, ince bir sızı kaplar yeniden yüreğini. Yüreğini kanatan ince bir sızıdır bu. Belkide ince bir kederdir gecenin güne gönderdiği. Yörüngesi kaybolanları göstermedi diye sitemdir belkide. Asırlardır birbirlerini kovalayıpta insanlara anlatamadıkları şeylerin cürümünü çekerken günün amacını unutmasındandır. Gün amacını unuttuğu içindir ters düz olmuş duyguların güneşte her şeyin aksini iddia etmesi

29 Mayıs 2009 Cuma

Bir Şeyin Adı

Önce, büyük büyük düşündüm;
Sonra büyük büyük yaşadım.
Ne varsa, onlar aldı.
Şimdi bana küçük bir ölüm kaldı

Özdemir ASAF

22 Mayıs 2009 Cuma

Dünya döner


Dünya sıradan bir gününü daha yaşarken, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi iki insanı incelemeye kalksam dedim kendime. Ama bu inceleme dünyanın sıradan dönüşü gibi sıradan işleriyle ilgili olmasa. Dünya her zamanki gibi bir gece yapsın bir gündüz. Veya bir gündüz bir gece.


Önce birini düşündüm. Yazı masasının başına oturmuş bir şeyler karalayan. Evet dışardan bakınca orada öylece oturmuş, ara sıra gözlerini kısan, dişlerini sıkan, karşısındaki duvar aslında yokmuş gibi sonsuz karanlığa ve aydınlığa bakan biri vardı karşımda. O insanın beynini / zihnini / düş gücünü görünce sıradanlığın içinde çok farklı şeyler olduğu ortaya çıktı. Dünyanın çok büyük bir kaosa hazırlandığı belliydi. Dünya büyük bir tehlikedeydi... Kaos her an dışarıya taşabilir ve istenmeyen şeyler yapabilirdi. Ama bu kimin istemediği, kimin istediği tartışılabilir bir konuydu. Bu insan tehlikeliydi çünkü kafası karışıktı. Hemde çok karışıktı. Durmadan bir şeyler inşaa edip yıkıyordu ve bu durum onun için çok daha zordu. Bir şeyleri toparlamaya çalışırken dünyadan kat kat daha büyük dünyasının içinde çoğu zaman kayıplara karışıyordu.
Beyin kıvrımları içinde hep bir savaş vardı. Yeniler eskileri alt etmek için, eskilerse o rahat tahtlarından kalkmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu savaşın ve savaşın görünmeyen tüm yanlarının farkındaydı. İki tarafında komutanı ve asıl gücü oydu. Ve iki tarafa aynı anda aynı emri vermeye başladı " saldırın!" . Belliki kafasının biraz daha karışmasıyla hayatının son bulacağını düşünen insanlardan değildi... Beyninde birşeyleri öğüten, muhakeme gücünün, iradesinin farkında olan bir insandı. Onun için saldırı komutunu vermek kolaydı belliki. Beyninde ve düş dünyasında işlerin biraz daha karışması. Kaosun büyümesi hoşuna gidiyordu diyebilirim. Aslında onun hakkında derinlemesine bir araştırma yapmayada gerek yoktu. Birisi böyle bir insanın yanında sıradan ve hergün kullanılan bir kelime söylese onun üzerinde günlerce düşünebilirdi. Manzaralarıda o kelimenin üzerine ekler ve yeni kalıplar içinde en büyüleyicisini ve en kurallara uymazınıda bulabilirdi. İliminin biliminin gelmişini geçmişini deyip kendi dünyasında onu bin tane kalıba sokabilirdi.


Diğer yanda, çok daha rahat bir insan profili vardı. Yazı masasının başındayken veya bir şeyler okurken yüzü hep huzurlu ve kendinden emindi. Doğduğu gün kadar öleceği günüde bilen fakat büyük bir bilgelikle o günü bekleyen biriymiş gibi. Duvarın ardına sonsuzluğu koyup orada o duvar yokmuş gibi davranamıyordu. Onun hayatında her şey süt limandır. O asla şüphe duymaz ve kafası karışmaz. Onun için doğru olan şey her zaman doğru, yanlış olan şey her zaman yanlıştır. Hayal dünyasından bahsetmiyorum bile... gereksiz şeyler. Huzurunun en büyük nedeni kendi fikirlerine zıt olan şeylerden cüzzamdan kaçar gibi kaçmasıdır. Olur ya öyle bir cümle okursa beyni anında bir antikor üretir ve herşey eski haline döner. Hatta bazan eskiden de iyi olur. Beyninde asla savaş çıkmaz. Ayaklanacak olanlar olursa darağacına kendi elleriyle götürür. Kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Keşke gözünün yaşına bakmadığı sadece beynindeki ne idüğü belirsiz şeyler olsaydı. Çevresinde yaşayan farklı insanlara asla tahammül edemez. Evet gerekirse asar keser... Büyük bir farklılık olması gerekmez. Farklılık örneklerini benden beklemeyin... İşte bu farklı olan insanların soylarını tüketmek için bile uğraşır.

Şimdi iki kategoriyide ele alırsak diyebiliriz ki: birinci kategoriye girenler sadece beyinlerindeki savaşı yönetirler ve bu savaşta asla kan akmaz. İnsanın kafası karışıktır biraz o kadar. Çok dalgın ve unutkan olmakla sadece kendine zarar verebilir. Delirebilir diyelim örneğin. Delilerin kime ne zararı dokunmuşki. Ama ikinci kategorideki insanlar katildir. Gerçek kanı onlar akıtır.

Ezcümle karışık ve şüpheci kafa iyidir. Sadece kendine zarar verir...

7 Mayıs 2009 Perşembe

Kitap okuyamıyorsan ansiklopedi oku!


Kısa öyküler okumak iyi gelir çoğu zaman. Öykülerin tükendiği yerlerde ansiklopedi okumak gibi bir alışkanlığım vardır. Mesela gözlerimi kapar kumar oynarım ansiklopedi üstünde. Sonra Allah ne verdiyse okumaya başlarım. Kimine göre gereksiz, kimine göre gerekli bilgilerle dolar sonra beynim. Gereksiz gerekli saçma sapan tartışmalara girene kadar o bilgilere şaşırmayı tercih ederim. Hem belki ansiklopedi okuduktan sonra dünyadaki herşeyi en iyi ben bilirim diye kasım kasım kasılabilirim... Takvim yaprağı okumakta iyi gelir. İki takvim yaprağı okuyup kendimizi hoca sanmak gibi bir alışkanlığımız vardır bizim milletce. Belki bende o hastalığa yakalanırım... En son hangi romanı bitirdin diye sorsalar cevap veremem şimdi... Sanırım en son Drina Köprüsünü okumuştum. Drina köprüsüde romandan çok neye benziyordu bende anlamadım... Aman romandı işte... Ondan sonra okuduğum Sait Faik, Franz Kafka ve Sabahattin Ali öyküleri var. E öyküdende bahsedilmezki canım... Öykü anlatılmaz daha çok içine işler. Bazen bir öykü okuyup saatlerce düşündüğüm zamanlar olur. İçime işlemesi daha uzun zaman alır. Romanlarda güzeldir ama öykülerden aldığım o büyük hazzı alamadım hiç... Öyle öyküler olur ki günlerce etkisinden kurtulamazsın, Cengiz Aytmatov'un öyküleri mesela... Sonra polisiye okumakta iyidir. Eğer mütercim işini iyi yapabilmişse... Agatha benim tadığım ilk polisiyeciydi. kitaplarını okumaktan zevk aldım hep. Eğer sadece iyi vakit geçirmek için okuyacak birşeyler arıyorsanız Agatha iyidir... Trevanian'ı keşfettim, üç kitabı var şimdi elimde. Üçünden de elli sayfa okudum. Artık hiçbiri küsemez. Metafizik hakkında ismi cismi garip bir kitap buldum, ama içeriği beni yine hayal kırıklığına uğrattı. Ben bu ruhlar alemini ne zaman istediğim gibi tanıyabilirim. İlla ölmem mi gerek. Utanın kendinizden! Bi beni aydınlatacak bilgi yok hiç birinizde. Ne diye benim bildiğim şeyleri tekrar tekrar kitap diye yayınlarsınızki...


Bir adamı kaçırdım otobüs kaçırmış gibi... Ama vallaha eğer otobüs kaçırsam böylesine içim yanmazdı. Gölgesini gördüm sadece köşeyi dönerken... ahh ahhh bunca saçmalamak bundandır heralde...


Dediğim gibi, hiçbir şey okuyamıyorsanız ansiklopedi okuyun. Takvim yapraklarından olabildiğince uzak durun...