19 Ağustos 2008 Salı

Dava


Dava Franz Kafka'nın en büyük eserlerinden bir tanesi, diye anılır hep. Bana sorarsanız, en büyük eseri derim...

Josef K. bir bankada geleceği parlak bir şeftir. Cuma geceleri bira içmek ve bir kaç kadınla olan ilişkisi dışında o dönemde yaşanan bir hayata göre sıradan bir yaşam tarzına sahiptir aslında.
Ve bir sabah Josef K. işlemediği bir suçtan dolayı tutuklanır. Bu olay kahramana önce çok saçma gelir, fakat romanın ilerleyen bölümlerinde sanki o gerçekten suçluymuş ve suçunu biliyormuş fikrini yaratmaya başlar üzerimizde. Bana kalırsa bunun tek nedeni, insanlara yapılan baskılar yüzünden çoğu zaman yapmadıkları şeyleri kabullenmeleridir...

Tutuklanmanın hemen ardından serbest yargılanacağını öğrenir. Fakat her zaman kendini gözhapsinde tutacak iki memur verilir yanına. Bu memurları yanında nasıl gezdireceğini düşünür ve sorar.Ertesi gün bankaya gittiğinde o iki memurun uzun zamandır bankada çalıştığını fark eder... Ve akıl karıştıran ilk düğümde atılır

İlk mahkemenin tarihi ve adres verilir Josef'e. Bu adres varoş bir mahallede yıkık dökük bir evin adresidir. Pansiyon gibi kullanılan bir ev. Adresi bulur bulmasınada, mahkeme salonunu bulması hayli zaman alır. Çünkü mahkeme salonu denilen yer, o yıkık viranenin çatı katıdır... İlk duruşmasına geç kalması, oradaki juri üyeleri ve ifadesini alacak olan memurlarla girdiği tartışma yüzünden o oturumda hükmü verilir aslında... Ama ne dava hakkında ne hüküm hakkında asla bilgi vermez yazar.

Ve sahneye Josef'in amcası gelir. Josef amcasının davadan haberdar olduğunu öğrenince çok şaşırır. Amcası kızının bir mektupla bildirdiğini söyler. Amca kızının nasıl öğrendiği de ayrı bir muammadır... Amcası Josef'e iyi bir avukat tutar. Aslında Josef avukat falan istemiyordur. Ama amcasının baskılarına dayanamaz. Avukat Huld oldukça yaşlıdır. Ve her zaman kendini metheden bir adamdır. Fakat Josef'in içine sinmeyen birşeyler vardır...


Bir gün bankaya Josef'in daimi müşterilerinden biri gelir ve Josef'e davadan söz eder... Josef'e yardım edebileceğini düşündüğü bir isim verir. Bu adam - ismini hatırlamıyorum... - bir ressam ve mahkemede görev alan memurların resimlerini yapmakla görevli, kendi deyimi ile ' baba mesleğini ' devam ettirir... Onlar kendi portlerini bir yargıç gibi yaptırtırırlar... Ve bu portlerin gerçek öyküsü insanı hem güldürüyor hem düşündürüyor... Bu ressam Josef'e üç şekilde davadan kurtulma yolu anlatır - ne kadar kurtulma denirse...-. Gerçek aklanma, sözde aklanma ve sonsuza dek sürünceme. Fakat gerçek aklanmayı henüz hiçkimsenin başaramadığını ve bu konuda Josef'e yardım edemeyeceğinide söyler. Daha sonraki açıklamalarında, sözde aklanma ve sürünceme'ninde aslında bir işe yaramadığını vurgular. Ama yinede sürünceme'yi tercih etmesini inatla vurgular...


Değinmeden geçemeyeceğim bölümlerden bir taneside ' Katedral ' bölümü. Katedral bölümde çok sevdiğim bir mesel vardır, kanun önünde. Bu meseli katedralde bir rahip anlatır Josef'e. Cezaevi rahibi olduğunu söyler. Kanunu ve düzeni savunur, aslında bu savunmanın arkasında bile şüpheler ve tamamen iman etmeyiş cümleleri vardır.
" Bir insan insan olurda nasıl suçlu olabilir. Biz bu dünyada birimiz ötekimiz gibi insan değil miyiz ?!..." Ve bu cümleyle Kafka kafaları iyice karıştırır...

Ve kitabın sonunda iki görevli gelir Josef'i evinden alır. Şehrin dışında bir yere götürür... Josef tutuklandığı gün onu görmesi gereken memurun yanına gitmeden evvel siyah bir takım giymesi söylenir. Kitabın sonunda da Josef aynı siyah takımı giymiştir...


Bilinmeyen ve asla açıklanmayan bir dava. Görülmeyen büyük avukatlar, yargıçlar. Kimseye davadan bahsetmemesine rağmen hayatında varolan herkesin davadan haberdar olması. Uzakta veya yakında hepsi haberdardı... Ve verdikleri hüküm...


Kitabın içinde tamamlanmamış bölümlerde yer alıyor. Kitap ilk okuyuşta kafa karıştırabilir veya sıkabilir. Ve kitabın sonunda Heinz Politzer / Kafka der adlı eserinden alıntılar var. Bu alıntılarla kitap daha da aydınlanıyor. Kitaptaki o büyük yargıçların, rahiplerin, portlerin tamamen imgesel oldugunu anlayınca insan bazen aydınlanıyor bazen daha da büyük karanlıklara sürükleniyor...


" ... Kanun sanığın avukat tutmasına izin vermez de, yalnızca göz yumar "



" ' Bir köpek gibi ', dedi ses, sanki bunun utancının kendisinden sonra da yaşaması gerekiyordu. "

F. Kafka / Dava

" Böylece rahibin sözleri sırf K.'yı kendisi ve suçu hakkında karanlıkta bırakmak için dava üzerine ışık serper. Kafka, paradoksu Josef K. 'nın rahiple karşılaşmasının başında anlamlı bir simgeyle dile getirir. " Bir ara arkasına dönen K.uzun ve kalın bir mumun az ilerideki bir sutuna tutturulmuş bir şamdanda yandığını fark etti. Bu her ne kadar güzel bir şeyse de, büyük çoğunluğu yan mihrapların karanlığında asılı duran tasvirlerin aydınlanmasına hiç elvermiyor, hatta karanlığı daha da çoğaltıyordu. " Işık koyuluğunu belirtmek için karanlıkta parıldar. Umut da insana verilmişse, umutsuzluğunun dipsizliğini görmesi, algılaması içindir. ' Dava ' romanından sızan tüm ışığın kaynağı, rahibin meselinde, " kanun kapısında hiç sönmeksizin sızıp gelen " parlaklık, gözlerinin feri zayıflayan taşralı adamın, " çevresinin mi gerçekten karanlığa gömüldüğünü yoksa sadece gözlerinin mi kendini yanılttığını " bilmez olduğu sırada belli eder kendini. Taşralı adamın o ışıktan yalnızca bir parıltıyı algılamasından sonra kesin olan birşey vardır: " Artık pek ömrü kalmamıştır adamın " Rahipten işittiği sözlerle öldürücü ışıktan nasibini alan K. da artık fazla yaşayamayacaktır...
Taşralı adamı görebilmek için onu bir uçurumun kenarına getirmek de, ışığın işlediği bir suçtur...
Heinz Politzer / Kafka Der.

17 Ağustos 2008 Pazar

Günce


Bir yere yağmur yağıyor belliki. Toprak kokusu var havada. Hemde ne koku... Çek çekebildiğin kadar ciğerlerine. Toprak insana hep umut vaadetmez. Yağmur damlalarıyla yoğruldumu toprak, işte o zaman umut vaadeder insana. " Bu gece olmaz " diyorum, iç çekerek, " bu gece olmaz "... Kırlarda başıboş, beyhude yürüdüğümü hayal edemem bu gece... Yalnızlığım ilmek ilmek ruhuma işlenirken, ne güzel havalar kendime getirir beni, ne toprak kokusu... Yüreğimin bu sızısı, "yol bitti", diyor. "Aptal bir tüketici gibi tükettin tüm güzellikleri. Asla üretmeye yeltenmeden tükettin...", dünyada güzellik var mıydı? Ben yetişemedim öyleyse.


Sevdiğim adamların gözlerinin içine bakıyorum bu gece. Sonra yüreğimin en yalnız köşesinden sesleniyorum onlara " haydi anlayın beni... "

Bir kart almak istiyorum, bir mektup. Edebi cümleler olsun içinde, sırlar olsun, gizemler...


Güzel düşler bekleme benden. Göremem, anlatamam... Neden sanıyorsun her gece morfin çekip yatışım. Güzel düşler göremiyorum.


Tüm heycanım gitmiş... Sanki geleceğe dair ne varsa elimde, çekmiş almışlar. Yinede yeni bir hayat arzusuyla doluymuş gibi, daha bugünüm bitmeden yarına umutla bakmaya başlayan. Yarınında bugünden kötü olacağını bile bile. Bir mum alevine sığınmışım yıllardır, her yanımın isleneceğini bile bile. Başka çarem yoktu çünkü. O is sayesinde varoluyordum ben ve o is eşliğinde aydınlanıyorum, az da olsa. Bir ruhu karartmak çok mu zor sence? Çürümeye yüz tutar ruh, sonra varolan canlı bedeninin içinde acı çığlıkları atarak ölür. Kimse duymaz çığlıklarını. Şu anda sığındığım o mum ışığının gölgesi karanlığa gömüverdi herşeyi. Hayatımda ne varsa karanlığa gömdü ansızın. Acımadan... Haklıydı, bende ona acımadım . Morfinin etkisi azalınca, içime seslenen o ses beni aydırıyor sanki. Ama kimin sesi? Mum alevi olabilir.
Yalnızdım ve nedense hep yalnız kalacağımı düşünmüştüm. Haklıydım... Her yerim yaralar içinde, ve ruhumun nasıl azap çektiğini gösterir bir ifade var yüzümde. Hayatımı bana bağışlayın , kim bilir başka isteklerimde olacaktır. Ama şimdilik bu yeter.

Ey hayat! Bana kartlar yolla. Edebi birşeyler istemiyorum artık senden. Bir ses, bir sada yeter artık bana...

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Ve bir roman daha bitti bir adam ufukta kayboldu gitti


" Her zaman ki yerde. Kahvaltı yapmadan gel."
Kapısına sıkıştırılan bu notu gördüğünde saat sabahın altısıydı. Hangi zaman diliminde bırakmıştı acaba bu notu. Saat kaçta buluşacaklar, hangi tarihte buluşacaklar; hiç bir bilgi yok. El yazısını da tanımasa gizli bir hayranı sanacaktı... Bu adamın tavırları onu çileden çıkarıyordu. Sıradan bir hayatı yoktu, şimdi kapı eşiğinde duran ve o notu elinde tutan kadının.Bugün erken uyanmasının tek nedeni yapacağı iş başvurularıydı.Planlı bir hayatı yoktu, parayı biriktirip sonrada afiyetle beş parasız kalıncaya kadar yemek ve sıradışı olduğunu düşünen insanlarla vakit geçirmek onun için bulunmaz zevklerdi.Bu notu bir kaç dakika önce bırakan adam ise; kendini sıradışı sanan, sıradan bir hayat sürebilmek için elinden geleni yapanlardandı. Kendine nasihat eden yurdum insanlarından hiç farkı yoktu aslında. Emekli olmayı bekler, emekli olduktan sonra torunlarına hediyeler alıp mutlu olabilecek bir adam. Yinede bir psikolog olması ondan birşeyler öğrenebileceğini kendine telkin eder ve bu kendini çok değerli sanan, enaniyetli adamın randevularını kolay kolay geri çevirmezdi. Peki bu adam bu kadar sıradışı bir kadından ne istiyordu? Acaba kendine bu kadar yakın hissetmesi nedendi? Şimdilik gitmesi gereken bir işi yoktu ama uğraması gereken bir kaç iş başvurusu vardı, onlarıda hallettikten sonra her zamanki mekana gider ve beklerdi. Hesabıda ona ödetirdi. Oh! ne ala bir gün.




İş başvuruları umduğundan çabuk bitmişti, saat henüz onbirdi. O her zamanki mekana girdiğinde yine elinde olmadan başını kaldırdı ve güneşin o minicik pencereden içeriye nasıl girdiğini, nasıl her yanı bu kadar güzel aydınlattığını seyretti.Adem evlatlarıda böyleydi işte, küçücük pencerelerle aydınlanabilir. Ama o pencerelerin önüne konan ve kaldırılması mümkün sorunlar yüzünden sonsuz karanlıklara gömülen... Garson müşteriyi iyi tanıdığından ve muhabbetleri olduğundan bu anı bozmak istemedi, yanından sessizce geçti. Her zaman oturduğu masaya oturdu. Bu masanın belirli bir özelliği yoktu. Önünde uzanan koca caddeyi gösterdiği ve kafenin camlarının içeriyi göstermediği düşünülürse; yıllardır insan üzerine yaptığı araştırmayı pekiştirdiği nokta diye tanımlayabiliriz. Bu mekanın tarihini bilmiyordu, bilmekte istemiyordu. Bildiği tek şey yüzyıllarca hamam olarak kullanıldıktan sonra kafe yapıldığı. Ortadaki göbek taşını havuz yapmışlardı. Bu balıkların mütemadiyen aynı tempoda süzüldükleri ve asla şikayet etmemelerine her görüşte şaşırırdı.Daha sonra dışarda yürüyen, insanların mutsuzluğunu ve mutluluklarını seyretmeye koyulurdu.

" Geciktim. Özür dilerim", bu cümleyi kurarken içten ve samimi olduğu her halinden belliydi. Düşünmeden edemedi, "acaba bu adam böyle mi doğdu? Yani hep bu kadar kibar mıydı? Kibarlık araya hep bir mesafe koyar...", bu düşünceler içinde yüzerken cevabın gecikmesinden sinirlenen Sayın Psikolog bir kaç soru daha yöneltti, " nasılsın? iyi görünmüyorsun. Kötü bir gece miydi", Ve bir o kadar sabırsız her isteğin, istendiği anda önüne sunulmasını bekleyen bir tavırla soruyordu bu soruları.
" Hayır ben çok iyiyim. Teşekkür ederim ilgin için. Sen nasılsın?", ne sıkıcı bir giriş, gelişme ve sonucuda bir o kadar sıkıcı olacağa benziyordu. " Kötüyüm ", diyordu iç geçirircesine. " Çok kötüyüm", neden diye sormak gelmesede içinden, sormak zorundaydı ve sordu," neden?" cevap vermemesi, acil olarak çağrılması, o anda kalp krizi geçirmesi... O kısacık anda tüm bunları ve daha da fazlasını geçirdi aklından. O kadar düzenli bir adamdı ki, kalp krizi de dahil hepsini hesaplamıştır diye düşündü. " Bu ilişkinin sonu ne olacak?" , bu soruyu asla beklemezdi, bekleyemezdi. Ne ilişkisi? Bu soru ona bir tokat gibi gelmişti. Tüm gece uykusuz kalması ve yüksek dozda aldığı ağrı kesiciler yüzünden düşüncelerini yeteri kadar toplayamıyordu, ama bu soru her şeyin bir anda yerli yerine oturmasına yardımcı oldu. " Hangi ilişki?! ", Soruya soruyla karşılık verirken burnundan ateş soluyan bir ejderha gibiydi ve sesi kubbeyi çınlattı, havuzdaki balıklar bir kaç saniyeliğine bile olsa rotalarını şaşırdılar. Eğer o balıkların rotasını şaşırdığını görseydi ve çınlayan kubbede ki camın çıtırdağını duysaydı insanın bu dünyada ne kadar büyük değişiklikler yapacağını daha iyi anlar ve kendine vermesi gereken değeri verirdi. " Herkes bize bakıyor! Biraz daha sakin ol. En büyük hatan bu işte. Kendini kontrol edemiyorsun.", İşte yine bilgece konuşmalar. Herkes ona bakarsa baksındı. Ne yani onlar hiç sinirlenmez, seslerini yükseltmezler miydi? " Ben yeteri kadar sakinim. Bu soruyu açıklamanı bekliyorum", şimdi daha sakindi ama yeteri kadar olduğu konusu tartışmaya açılabilir, ve Sayın Doktor gibi bilge adamlar ve kadınlar tarafından yeteri kadar rezalet sebebi sayılabilir ve kınanabilirdi.
" Bizim ilişkimiz. Bir erkek ve kadın arasında geçebilecek doğal ilişkilerden olan. Anladığını düşünüyorum", evet artık ipler kopmuştu ve kendini artık kızgın bir boğa gibi hissediyordu.Ve bu kızgın boğa matadoru öldürebilirdi. Boğaların matador öldürmesi seyrek rastlanılan bir olay olsada bu gün o seyrek rastlantılardan biri olacak ve matador ölecekti. " Ben... Sanırım anladım. Kendi kendine gelin güvey olma ilişkisi. Böyle bir ilişkinin varlığına ne zamandan beri inanıyorsun...", bu cümle yarıda kalamazdı karşısında ki bilge atağa geçecekti ama şimdi olmazdı. Madem başladı bitirmek zorundaydı. Derin bir nefes aldı, nemli hava ciğerlerini doldurdu ve bu havayı iyi değerlendirmeliydi. " Ben ortada bir ilişki göremiyorum. Senin bilgeliklerin ve bu kibarlığın çoğu zaman beni çileden çıkarsa da senden birşeyler öğrenebilirim umuduyla bu dostluğu sürdürdüm ' dostluk ' diyorum çünkü bundan öteye gitmedi asla. Ama sen şimdi benim karşıma geçmiş benim haberdar olmadığım bir ilişkiden ve sonumuzun ne olacağından bahsediyorsun.", kelimeler ağzından ne kadar net dökülüyordu ve kendine zorla hakim olduğu ne kadar da belliydi. " Şimdi konuşma sırası bende " diye düşünürken saniyelerle yarışıyor ve bilgeye lafı kaptırmamak için düşünebileceği kadar hızlı düşünüyordu. Karşısında oturan bu bilge adam şimdiye kadar edindiği deneyimlerden bilmeliydi ki, bu kadın çok zekiydi ve gözünen hiç birşey kaçmazdı. İlk darbeyle birlikte bizim bilge arkasına yaslanmış rahat görünmeye çalışan ama bu tepkilerden rahatsız olan, konumu ve bilgeliği yüzünden kendini sakinleştirmeye çalışan, duygularını hep bastırıp hep pozitif olmaktan söz eden bu adam belliki şimdi aynı cümleleri kendi kendine yineliyor ve hala bu cümlelerin bir insanı sakinleştirebileceğini düşünüyordu. Ne büyük bir yanılgı.
" Çok merak ediyorum, nasıl böyle bir sonuca vardın? Ne gördün? Ne duydun? Tavırlarımdan ne çıkardın?", işte şimdi kendi isteğiyle sözü bilgeye bırakmıştı ve gelecek cevabı merakla bekliyordu." Tavırların önemliydi, evet. Ama bu tavrını görünce senin gerçekten desteğe ihtiyacın olduğu konusunda haklı olduğumu düşünüyorum." Bir darbe daha. Bu bitmez tükenmez bir maça dönüşecekti. Her söz hakkında bir kaç gol yiyecek, bir kaç gol atacaktı. Ama galip o olmalıydı. " Bana göstermiş olduğun yakınlık, o ilgi ve saatlerce bıkmadan ettiğimiz sohbetlerin nedeni sadece benim bir psikolog olmam mıydı yani?",
" Bu soruyu istemeden de olsa az evvel yanıtladım sanırım. Ama eğer çok merak ediyorsan daha da açayım,", bir an durakladı ve karşısında oturan bilgenin ağzını açmasına fırsat vermeden derin bir nefes aldı, ciğerleri bir daha nemli havayla dolmuştu, bu nemli havayıda idareli kullanmak zorundaydı, birdahaki nefes molasında sözü o alabilir ve saatlerce konuşurdu... " Aslında bizim sohbet ettiğimiz falan yoktu. Sen konuşuyordun ben susuyordum. Müdahale etmem gereken yerlerde öz cevaplar veriyordum. Ama senin kurduğun o anlaşılmaz ve sonu gelmez cümleler beni boğuyordu. Her konuda söz söyleme hakkı tanıyorsun kendine. Hiç bir konuda pes demiyorsun. Fikirlerini muhattabına kabul ettirene kadar direniyorsun. Aslında bu bir kabullendiriş bile sayılmıyor, karşındaki insan sadece sen sus diye kabullenmiş gibi davranıyor.", şakaklarında yeniden başgösteren ağrıyla durakladı. Saatlerce sürmemesi için dua ediyordu. Bilge yeniden sözü aldı, " Senin kendine duyduğun şu güven. Nasıl geliştirdin bunu? Nasıl kendinden bu kadar emin olabiliyorsun ve bu kadar kaygısız...", bu sorular böyle uzayıp gidecekti, ama bizim esas kızın vereceği cevapları merak ediyordu ve ona söz hakkı tanıyordu. " Bu durum bir çok erkeği rahatsız ediyor ve bir çok erkeğide önce hayran bırakıyor, sonra nefret ettiriyor. Sanırım bu yüzden asla uzun bir ilişkim olmadı. Sende nefret edenlerdensin belliki. Beni bu hale içinde bulunduğum hayat standartları ve çevremdeki insanlar getirdi diyelim. Ama bu durum diğer insanları neden bu kadar rahatsız ederki?", kafe neredeyse dolmuştu. Bu ses yoğunluğu baş ağrısını dahada şiddetlendirdi. keşke daha sakin bir yerde olsaydık diye iç geçirirken, çayını masanın üzerine damlattı, ve kaygısızca damlalara bakarken, adam eline bir peçete aldı ve damlaları sildi. Kadın hışımla kafasını kaldırdı. Keşke bakışlarıyla bu adamı öldürebilseydi.Fincana kaşığı daldırdı ve kaşıktaki çayı aynı noktaya döktü. Sonra adamın yüzüne arsız arsız gülerek baktı, "işte senden nefret etmemin bir nedeni de bu.", artık saygılı olmak zorunda değildi. İçinden geçen tüm cümleleri söylüyor ve sadece rahatlıyordu. " Beni rahatsız eden tarafın sadece bu güvenin. Felsefelerin arkasına sığınıp istediğin herşeyi yapabileceğini sanıyorsun. Yanıldığını yaşlandığın zaman öğreneceksin...", ne garipti ki çay olayına değinmemişti bile, ondan nefret ettiğini söylemişti ama tepki bile vermemişti. Bu da diğerleri gibi arkasını dönüp gidecek ve bir daha karşılaşmamaya dikkat edecekti. Sevincini gizlemeye çalıştı. " Evet, o benim ardına sığındığım felsefelerden daha koruyucu birşeyler bulsam onlarında ardına sığınırım.", cevabı bu kadar lakayt vermesi adamı daha da kızdırdı. " Bizim tek sorunumuz senin kendi kendine gelin güvey oluşun, ben bunun dışında sorun göremiyorum." dedi ve sanki birşeyler unutmuşçasına ekledi, " benim bu tavırlarımdan bu kadar rahatsız oluşun ve bir ilişkinin gidişatı hakkında konuşmak isteyişin; sen şuna tutuldum da evlilik veya ciddi bir birlikteliği sana kabul ettiremeyeceğim için bir meydan savaşına girdim ve bu görüşmemiz son görüşme olacak desene.", yüzünde güller açıyordu sanki. Az evvel şakaklarından başlayan ağrılardan eser kalmamıştı, büyük bir savaştan çıkacak ve eve gidip duşa girecekti, başka hiçbirşey düşünmek istemiyordu... Adamsa içinden çıkılmaz bu durumu toparlamak ve bir an önce kalkmak istiyordu. " Hayatım boyunca hiç böylesine aşşağlanmamıştım ve hiç böylesine defedilmemiştim. Sen kendini ne sanıyorsun?! Nasıl olurda benim gibi bir adamı böylesine bir hiç yüzünden kaybetmek istersin?", aman Allah'ım dedi kadın. İşte yine başladık. " İlkler yaşanmak zorunda, yoksa nasıl öğrenceksin hayatı?", ve bu cevabı yüzünden gerçekten bilgeye kalp krizi geçirtecekti. Masadan ağır, ama sinirini belli etmek istercesine bir tavırla kalktı. Arkasına bakmadan uzaklaştı. Kadın artık rahattı, yeni bir sigara yaktı. Çaynı tazeletti. Adamın çıkışı; yeniden, yeniden, yeniden... gözlerinin önünden geçiyordu.



Ve bir roman daha bitti, bir adam ufukta kayboldu gitti.