22 Mart 2008 Cumartesi

Sevdaya Buladık Birbirimizi


Senin anına diye aldım kalemi aylar sonra elime...


Bitmez umutlar
Bitmez sevdalar
Tükenir yarınlar

Karanlığın içinden kopup gelen ve tenimi okşayan rüzgar...
Unutma seninle kederlendim, sevindim, ümitlendim, erteledim, ertelendim ve tükendim. Senin ruhunda ki dalgalanmalar benim ruhumda fırtına gibi koptu, yankılandıkça yankılandı ruhunda ki çığlıklar ruhumda. Sen sonu görünmeyen yollara girdiğinde peşinden beni de sürükledin. Ne vakit doldurdun cebine yalanları, aynalara bakmaktan korktun bende bakmadım aynalara. Hüzünler takışını seyrettim gece karanlığı saçlarına, kahverengi gözlerinden dökülen bir damla yaşta boğuldum.İğne iğne battı yüreğime serdelenişlerin. Sen gece üç beş trenlerinin geçişini seyrettin, dinledin raylardan kopup yüreğini sızlatan sesi, ben seni seyrettim.
Muharebe meydanında yanındaydım, bayrağı yere bırakıp dönmek istediğinde seni durdurmaya çalıştım. Yorulmadık ikimizde, bitmedik, kirlenmedik... Sevdalandık ve sevdayla bütünleştik. Birbirimizi soymet sevdalara buladık.
Hayatın başındaydık, karşılıklı şen kahkahalar attık, afyon çekmiş ruhumuzla. Umutlandık ve umutlandıkça umutlandırdık. Ters tepkiler yarattı çoğu zaman hüzünler ruhumuzda. Birlikte aynı mısralara kilitledik gözlerimizi, Bağıra bağıra aynı mısraları okuduk, aynı türküleri söyledik. Caddelerde gezinirken attığımız adımlar aynı hürriyet içindi. Kimi zaman temiz havayı çektik ciğerlerimize arınalım diye, kimi zamansa kirli ciğerlerimizi daha da kirletmek için pis hava çektik doya doya korkmadan, utanmadan. Farkında olmadan aynı umutlara uzattık ellerimizi.




Ebedi ve edebi aşkımızla bütünleştik, sevdaya buladık birbirimizi

18 Mart 2008 Salı

Kızıl Saçlı Kadın


...Ve tam olarak bilinmez saatte, işte tam orada kızıl saçlı kadın başını ellerinin arasına aldığında. Arka sokakta faili meçhul bir cinayet işlendi. Gökyüzünü simsiyah bulutlar kaplamıştı, gecenin karanlığını dahada ağırlaştırmak için. İncecik hilal bir göründü bir kayboldu bulutların arkasında onlar şahitti bu cinayete ama kızıl saçlı kadını suçladılar kendi kirliliklerine bakmadan. Sustu, konuşmadı kızıl saçlı kadın. Suskunluğunda saklıydı belkide hakkı. Oysa konuşsa temizlenecekti. Başını ellerinin arasında aldı, gözleri bilinmezliğe daldı. Efkarlı bir sigara yaktı, kızıl saçlı kadın efkarlandı bir cinayet daha işlendi... Faili meçhul... Suçlanan kızıl saçlı kadın. Elleriyle bir şeyler aradı sanki karanlıkta, mumun titreyen ışığı altında bir kitap aldı eline, etrafında işlenen cinayetlere aldırış etmeksizin. Ve bir ölü kadar soğuktu bakışları ve elleri. Karartılar geçiyordu gözlerinden, her karartıda bir cinayet daha. Oturdu bekledi günlerce, gecelerce... Farkındaydı her gece, her efkar yeni bir cinayet, usanmadan bekledi ne beklediğini bilmeden, seyretti gece karanlığında işlenen cinayetleri. Failleri biliyordu ama ne konuşmaya ne kendini temize çıkarmaya takati yoktu...

13 Mart 2008 Perşembe


Bazen keşke diyorum,
Bazen neden
Ama boş,
Ama dolu


Zaman geçiyor,
Yıllar ellerimin arasından kayıyor.
Ne ben kalıyorum,
Ne de sen
Sen keşkesin,
Ben neden

12 Mart 2008 Çarşamba


İnsan gitmek istediği yerlere hayal kurarakta gidebilir mi? Ben her gece yatağıma girdiğimde bedenim sıcacık yatağın içinde olsada ruhum ayrılıyor bedenimden.

Marsa gidiyorum, kızıl ötesi, oradan yıldızların dansını seyrediyorum. Ertesi gece, aya gidiyorum, dünyaya kuş bakışı bakıyorum, yarısı aydınlık, yarısı karanlık, gel git oluyor gel git, gel git... Bir gece Fransa'da eyfel kulesine çıkıyorum, Fransa'ya o güzel ülkeye kuş bakışı bakıyorum, sonra sandal keyfi yapıyorum. İtalya'ya gidiyorum; İtalya'ya gelipte pizza kulesine çıkmadan olur mu diyorum kendime, pizzayla kola ısmarlıyorum pizzanın dumanı üstünde. Daha sonra ayağıma İtalyan çizmelerini giyip dans ediyorum güzel sokaklarında. Zaman ilerliyor. Mercan adalarına gidiyorum; kayalıkların üzerinde çay yudumluyorum, balıklara ekmek atıyorum onlarda bana teşekkür etmek için dans ediyorlar, mavi bir okyanus, içimde hep aynı sevda... İngiltere'ye gidiyorum, gizlice kraliyet sarayına giriyorum, insanların yok oluş tarihçesini okuyorum, kral ve kraliçelerin nasıl hüküm sürdüklerini ve çok sevdikleri dünyadan nasıl ayrıldıklarını. Kendimi kuzey kutuplarında buluyorum ertesi gece, eskimolarla balık yiyoruz balıkların tadıda muhteşem denemenizi isterim doğrusu, fokların ve mavi balinaların dansını seyrediyorum. Kuba'ya gidiyorum, devrimcilerle sohbet ediyorum, sorular soruyorum, cevaplar alıyorum, birlikte mate çayı yudumluyoruz. Oradan Brezilya'ya geçiyorum ilk durağım Amazon Ormanları oluyor. Sonra ki gece Mısır'a gidiyorum; dünyanın dört bir yanından insanlar gelmiş hepsi o hırslı, kindar fravunların yapıtlarını meraklı gözlerle seyrediyorlar, deveye biniyorum, piramitlerin arasında geziniyorum. Nereye gitsem oranın dilinde konuşuyorum. Arap adalarına gidiyorum; Arabistan'da sütlü çay yudumluyorum, nargile içiyorum. Alimlerle sohbet ediyorum, o kadar güzel konuşuyorlar ki, kendimi büyülenmiş gibi hissediyorum.



Ve İstanbul'a geliyorum Konstantin'in dediği gibi,

"Başka bir ülke bulamazsın,

Nasıl geçirdiysen ömrünü
Burada şu köşecikte
Öyle geçirirsin ömrünü
Bütün yeryüzünde de"



Orhan Veli'le aynı rakı şişesinde balık oluyoruz. Deniz kıyısına gidiyoruz, martılara ekmek parçaları atıyoruz o çok sevdiğimiz çaylarımızı yudumlarken, onunda söylediği gibi gözlerimi kapıyorum ve şu mısraları mırıldanıyorum, "İstanbulu dinliyorum gözlerim kapalı" Sonra sokaklarında dolaşıyorum güzel memleketimin. Atilla İlhan, Ağustos Çıkmazı şiirini okuyor bize "Beni koyup gitme ne olursun" Nazım Hikmet, Mavi Gözlü Dev şiirini okuyor. Soluğu Necip Fazıl'ın yanında alıyorum. Necip Abi mum ışığında şiir yazıyor, ben onun kaleminden dökülen mürekkep oluyorum. Ağzından sigarası hiç düşmüyor. Ve son noktayı koyuyor,

"Bir ufuk ki ne mecnun varabildi,

Ne ferhat
Bir ufuk ki ilahi sırrı bekleyen serhat"

Ve yatağıma dönüyorum Aziz Nesin'in dediği gibi

"Yine gecikmişim bağışla sevgilim
Sevgiye on kala, ölüme beş"

Saat zamanın gerisinde, başlangıcın berisinde.
Geceler zifiri karanlık
Yollarda yakın tarihin kanlı izleri.

Sessiz, tozlu, konuşamayan tarih kitapları
Bilmem hangi ülkenin, bilmem hangi müzesinde.

9 Mart 2008 Pazar

Sevdam Hürriyet


Yankılandı mısralar yüreğimde, gölge düştü gözlerime, yoktu cesaretim korkuyordum. Yaşamaktan korkuyordum... Hürriyeti resmetmeye çalıştım duvarlarıma, bir de baktım gökkuşağı oluşmuş karşımda. " Elleri var özgürlüğün" dedim. Hürriyetin resmi miydi gri duvarlarımda oluşan gökkuşağı, ellerime baktım, ellerim bana özgürlük demiyorlardı oysa.

Aşkı resmetmeye çalıştım duvarlarıma, yetmedi, tatmin olmak mıydı istediğim. Oysa biliyordum aşk bana yetmezdi basit kalırdı benim hürriyete olan sevdamın yanında, öksüz kalırdı. Yabancıydı tüm duygular, hasret kaldığım şehirler, aşık olduğum erkekler, kurmaya çalıştığım cümleler, kapalı kapılar ardında ki hayat... Her şey yabancıydı. Aynaya baktım gözlerim yabancıydı, korkar gibi kaçırdım gözlerimi gözlerimden.
Duvarıma hürriyet diye harmanladığım sonrada gökkuşağını andırdığını düşündüğüm renk cümbüşüne baktım, mıhlandı gözlerim odamda ki tenhalarda yeşerttiğim sevdalara. O sevdaların yanında tozlanmış kitapların içindeki roman karakterlerini düşündüm binlercesi geçti gözlerimin önünden... Son bir umutla çevirdim gözlerimi hürriyete, cebimden revolverimi çıkardım, tüm soğuk kanlılığımla hayatı vurdum tam on ikisinden...

Şimdi ağlama sırası bende. Hüzünlerim boğazıma düğümlenip beni yutarken, gözyaşlarına boğulma sırası bende, hayata " neden ben?! " deme sırası bende. Şimdi tüm yalnızlıklara lanet okuma sırası bende, tüm savaşlarımı bir kenara bırakıp içimdeki zafer duygusunu öldürüp ızdırap içinde ne kadar zayıf bir insan olduğumu haykırma sırası bende. Tüm ömrümü yalnız geçirmek zorunda kaldığımı fısıldayan bu sese kulak verme sırası bende.
Cehennemden bir çukura düşme sırası, son kader arkadaşımıda kaybetme sırası. Sıradanlık içinde farklılaşma sırası. Bu gün... Asla varolmayacak şeyleri hayal etmeye son noktayı koymak için harika bir zaman dilimi. Ölümü ensemde hissetmenin tam zamanı. Varoluş-yokoluşu keşfetme sırası. Bedenimde hissettiğim tüm bu ızdıraplara kulak veme sırası. Dinlediğim şarkıların beni değilde çok farklı insanları anlattığını artık anlama zamanı.
Ve şimdi tüm varoluşların içinde yok olma sırası bende.Tüm güzelliklerin arsında hıçkırıklara boğularak ciğerlerim nefessiz kalana dek ağlama sırası bende.
Tüm yoksulluklara, çıkmazlara, umutsuzluklara haykıra haykıra " kaybettim işte, kaybetti " deme sırası bende. Tüm mutsuzlukları, tüm hüzünleri, dünyadaki tüm lanetleri omuzlama sırası bende...

5 Mart 2008 Çarşamba

Yaşayan Ölüler

Gece başlarken, sinsice yaklaşan bir karadul ısırıyor çürümeye yüz tutmuş bedenimi. Yaklaşık bin kilometre gerisindeyim hayatın. Son kullanma tarihi geçmiş bir binanın, küf kokan bilmem kaçıncı dairesinde. Manzaram örümcek ağları, bir kaç yıldız görünüyor biraz sarkarsan pencereden. Yarasalar uçuşuyor gökyüzünde, ansızın kapıveriyor kendine yeni bir kurban arayan sivrisineği.
Gök gri deniz yeşil bu ülkede. Kentin loş ışıkları o kadar aydınlatmış ki her yanı, yıldızlar uğramaz olmuş. Dar ıssız sokaklardan köpek sürüleri geçiyor. Güneşin doğuşunu seyredemiyorum, çünkü burada ufuk yok. Bin metre karelik alana bir ağaç düşüyor. Burada insanlar asla başlarını kaldırıp gökkubbeye bakmıyorlar, güneşin batışını seyretmek isteyip " nerede bu ufuk " bile demiyorlar. Işıkları kapatıp yıldızlara " bu diyara tekrar dönün " demiyorlar. Sanki hepsi yaşayan birer ölü...
Beyinleri çürümüş, yok olmaya yüz tutmuş, gözlerinde ki ışık sönmüş, yorulmuşlar daha başlamadan hayata, davaalrına pes demişler.
Yok olmaya yüz tutmuş sevdalar, davalar, hayatlar...
Yorulmuş gözler ve yüzler...

3 Mart 2008 Pazartesi

Esaretin Bedeli


Bazı kelimelerin anlamları üzerinde düşünürken, kendime sorduğum değişmez bir soru vardır "kime göre doğru?" adalet, asalet, kin, gurur, ıslah... Herkes kendi yaşam penceresinden bakar ve buna uygun anlamlar yükler kelimelere. Her ruhun bir portreden farklı anlamlar çıkarması gibi. Her topluma göre şekillenmiş ahlak kuralları gibi. Bize güzel görüneni kabul etmeye devam mı edeceğiz yoksa en doğrusunu mu bulacağız?
1994 yapımı bir film buldum arşivimde 'Esaretin Bedeli' İki yıldan beri izlememiştim, ki defalarca izlediğim filmler arasına girer. Morgan Freeman'ın filmin son sahnelerinde ıslah olmak hakkında söyledikleriydi belkide filmi defalarca izlememe neden olan.
" - Islah oldun mu?
- ıslah olmak mı? Bir düşüneyim! Biliyor musunuz bunun ne demek olduğunu bile bilmiyorum.
- tekrar topluma karışmaya hazırsın demek oluyor.
- Sizce bunun ne demek olduğunu biliyorum evlat! Bence sadece uydurulmuş bir kelime. Sizin gibi gençlerin takım elbise giyip kravat takacak bir iş sahibi olması için söylenmiş politik bir söz. Asıl bilmek istediğiniz ne?! Yaptığımdan pişman olduğum mu?
- Pişman mısın?
- Pişman olmadan geçirdiğim bir gün bile olmuyor. Burada olduğum yada siz burada olmam gerektiğini düşündüğünüz için değil. Geriye dönüp o zaman ki halime bakıyorum. O korkunç suçu işleyen, aptal ve genç bir çocuk. Onunla konuşmak istiyorum, aklını başına getirmek istiyorum, ona herşeyi anlatmak istiyorum. Ama yapamam! Çünkü o çocuk çok uzun zaman öncesindeydi. Ondan geriye yalnızca bu yaşlı adam kaldı. Bununla yaşamak zorundayım.
Islah olmak mı? Bu saçma sapan bir söz! Bu yüzden sen dosyalarını damgalamaya devam edip benim vaktimi boşa harcamaktan vazgeç evlat! Çünkü doğruyu söylemek gerekirse hiç umrumda değil!"

1 Mart 2008 Cumartesi

Ne Olur Yardım Et

Lanet yağdırmak geliyor içimden herkese,
Ne olur yardım et
Kurtar beni bu durumdan
Bıktım artık tutsak yaşamaktan
Ya gel, ya git
Ben gidiyorum yardım et...
İçimden geçen adressiz gemileri yakıyorum
Kimi zaman
Geceleri sessiz sessiz ağlıyorum
Kararıyor ansızın her yanım
Ne olur yardım et
Gökyüzüne doğru uçmak istiyorum
Beyaz bir güvercin gibi
Bıktım artık tutsaklıktan
Ne olur yardım et.
Sensiz sevdalar yaşamaktan yoruldum
İçimde ki bu sırrı taşıyamıyorum artık
Ya gel, ya git
Ben gidiyorum yardım et

Mesken tuttum geceleri
İçimde ki umut ışığı sönmek üzere
Sevmiyorum de yardım et

Meçhuller Kavramı

Biz meçhuller kavramına doğru gidiyoruz
Ne bir liman kabul ediyor bizi,
Ne de gökyüzü,
Denizler kabarıyor iç yaralayan halimize
Biz meçhuller kavramına doğru gidiyoruz.
Zaman akıyor, biz kayboluyoruz
Bizi kimse kabul etmiyor
Koşmaya çalışırken, ne olduğu belirsiz yaratıklar
Ayağımıza çelmeler takıyor
Gökyüzü ağlıyor halimize
Her sendelenişte yok oluyoruz
Biz meçhuller kavramına doğru gidiyoruz
Ağlamaya çalışırken,
Göz pınarlarımızın kuruduğunu fark ediyoruz
Gülmeye çalışırken, yorulduğumuzu
Kendimize göre orta yolu tutturmuş gidiyoruz
Aslında biz varolmaya çalışırken

Meçhuller kavramında yok oluyoruz