25 Haziran 2009 Perşembe

Fahişe

Gece başlarken, pavyonların bulunduğu sokakta incecik topuğunun sesi duyuldu.Deldi geçti boylu boyunca sokağı. Darp izleri bedeninin görünmeyen yerlerinde ,yüzündeyse alışkanlıkla sürülmüş rengarenk boyalar vardı. Bir kadına yakışacak cinsten değil , kadında eğreti duran cinstendi. Renklerin toplamının oluşturduğu bir karışıklık yansımıştı yüzüne. Gecenin bu saati buralarda yaşayanlar için günün ilk adımıydı. Adımları aksak ve kafası karma karışıktı. Onun tayin ettiği nizama uymayan adımları, bir ileri bir geri sadece isyan edip birbirine giriyordu. Ta sokağın başından ucuz iç yakan şarabın kokusunu almıştı. Bu kokuyla yalpalamaya ve sarhoş olmaya başladı. Her zamanki mekana girdiğinde, mekanın o alışılmış renkleri, yüzündeki boyalarla uyumluydu. Tüm bu renk cümbüşünün ortasında dekoru tamamlayan biblolar gibi durdu. Kafası neredeyse masaya değecek biri çarptı gözüne. Gitti yanına ilişti;her zamanki kelamlar, her zamanki övgülerle hitap etti adama. Adam sanki bir ölüydü başını kaldırmadan kadehi doldurup, boşaltıyordu. Belliydi bu adamdan iş çıkmazdı. Ama kalkamadı masadan... Dalgın adama baktı ve düşünmeye başladı, kaskatı kesilmiş bedeninin içinde inceden inceye sızlayan ruhuyla.
Orospuydu, hayatın kanı sızdığından beri gecelerine. Şehrin ıslak sokaklarında günahlarını kurutucak bir köşe başı bile bulamamıştı. Bedenine yapışan kimliklerden sıyrılmalıydı.Hangi su işe yarardıki tenindeki erkeklerden arınmasında? Düşünmemişti...Düşenememişti hiç...Orospusuydu hayatın, pezevengi yoktu.Yalnızdı tohumluk günahlarıyla.Anadan yadigar gebeliği ezeldendi,ebede olan yolcuğunda... Gecenin efsunlu kelimeleri sarıyordu bedenini. Yalan. Yalanları acıtıyordu yüreğini... Gözyaşları suluyordu aciz hayatını. İşe yaramaz bir böcekti. Ezilmesi gereken bir böcek. Gecenin mahreminde çıplak fikirlerle sevişen beynin eseri. Yasak ve günahı anaçlığıyla kucaklayan fahişe. Oysa o kadar masum ki... Ve geceyi emzirirken siyah sütüyle, çehresindeki nuru örtmüştü fahişeliğini. Sütü zehirli ve ölümcül. Ama anaçlığı kocaman bir merhamet. Çoğu zaman çıplak ve soğuk. Merhamet...
Kibele'nin emzirdiği günahkar çocukları yine onun tohumlarını kanla sularken ne kadar masumdular peki? Anaları değil miydi belirleyen sütünün rengini? Hiç mi suçu yoktu o fahişenin?
Vardı, vardı elbet...Ruhundan kanına karışan incecik bir sızıntı vardı. İncecik simsiyah... Ruhunda merhametiyle gaddarlığını yoğurdu. Yoğurdu da farkında bile olmadı. Günahkardı elbet, ama merhametliydi. Emzirdiği çocuklar merhametini değil de günahını aldı. Oysa elinde olsa geceyi güne bulamaz mıydı? Mahkum eder miydi çocuklarını ıssızlığına?
Temelde günahkardı insan. Ya da kadın ihtirasının esiriydi ezelde. Havva anasının günahının bedelini yutamadı erkekler hâlâ. Hâlâ boğazlarında...
Kadın, kadınlığını incecik nakışlarla işlerken, içine ihtirasını ve fendini katmadan edemezdi. Onlar kadının fendiyle kadından daha günahkar oldu. Havva günahkar değildi belki ama onunda kanında siyahlık vardı. Adam kafasını yavaşça kaldırdı, gözlerinin içine tanımayan, anlamayan, duymayan ve hiç bir şey hissetmeyen gözlerle baktı. Kadın ansızın ayağa kalktı, yalpadı. Ucuz içkilerin kokteyl olmuş kokularıyla sarhoş olmuştu bile. Günahı ve günahsızlığı erkeğin mi yoksa kadının mı yüklenmesi gerektiğini düşünürken, düşüncelerini toparlayamadan dışarı attı kendini. Biraz hızlı, biraz yavaş adımlarla çıktı sokaktan. Şehir; pis, tiksindirici, mide bulantılarını tetikleyen kokularla sarılmıştı. İnsanların yüzleri solgundu ve aslında renkleri yoktu. Kendilerini bir başkası gibi göstermeye çalışırken onlarda renkleri boca etmiş ve her şeyi karma karışık etmişlerdi. Yürüdü... Yürüdü... İnsanların kendilerini en huzurlu hissettiği saatlerde, o şehrin en ünlü köşesine, belkide hayatın başlangıcı olan köşeye. Kim bilir belki ilk elma ağacının filizlendiği noktaya. İçinde ne varsa çıkardı. Böğüre böğüre kustu...

9 Haziran 2009 Salı

Ama Neden?

Gece garip bir rüya gördüm. Rüyamda takvime gözüm takılıyor ve 2019 olduğunu fark ediyorum. Tam otuz beş yaşında olmam gerek, evet tam otuz beş. Deliler gibi ayna aramaya başlıyorum, ayna bulamayınca resmen tepinerek bu lanet evde hiç ayna yok mu diye çığlık çığlığa bağrıyorum. Tek merakım otuz beş yaşındayken nasıl göründüğüm. Ama yok bulamadım ayna falan. Ben rüyaların keyfini süremeyecek kadar bahtsız bir insanım. Rüyada olduğumu anlamam çok kısa bir anımı alır. Ve ben bir tedavi sürecinden sonra bu duruma geldim. Rüya görürken bile herşeyin farkında olmak ve rüyalarına bile müdahale edebilmek iğrenç bir duygu.

Evden mutlu bir şekilde çıkarken arkamdan tanımadığım bir çocuk "teyze" dedi. Buna yorum yapmak yerine tüm günü Leyla gibi düşünerek geçirdim.


Bugün bana yine hiç tanımadığım biri " hayatım sanırım göz çevren için artık bi şeyler kullanman gerek" dedi. Münasebetsiz!



Canım biriyle muhabbet etmek isterken aradığım herkes farklı sebeplerden dolayı meşguldu ve ben hep meşgule atıldım. Bu kötü bir durum bir kez daha anladım. Kırılmadım ama kırılacak neden arıyordum. Bu da çok tehlikeli.

Sevgili dostum Odi'yi çok özledim. Bahçe kapısından içeri girince beni öyle mutlu, sevecen, hiçbir zaman surat asmadan karşılayan biri daha olamaz bu dünyada diye düşünüyorum.

Odi'nin gitmesinde parmağı olan ahaliyle hâlâ konuşmuyorum. Bana " deve kini mi var yavrum sende " dediler. Bunlara yapabileceğim en güzel ve süslü yorumlarımı yaptım...

Büyük bir aile olmanın ve kabile hatta sürü hayatı yaşamanın zorlukları neredeyse çeyrek asırlık olmuş ruhuma ağır gelmeye başladı.

Aradığım insanlar beni yeniden aradıklarında artık anlatacak hiçbir şeyimin olmadığını fark ettim, " ben seni sonra ararım " dedim kendimi devlet memuru gibi hissettim.

Sokağa atılmış bir kedi yavrusu buldum. Tahminimce henüz bir haftalık bile değil. Eliniz ayağınız kırılsın inşallaahhh... gibi bir yorumdan kendimi alamadım. Neyse ki sağlıklı bir yavrucak. Biraz daha büyüsün güzelleşsin onunda fotoğrafları yer alacak baş köşede :)

Çevremde çok fazla soru soran ve konuşan insanlara çok kötü davrandığımı fark ettim. Sanırım çekilmez olan aslında benim.

Gün içinde durmadan şikayet ettim ve hep bir baş ağrısı vardı. Ne yedim ne içtimse geçmedi. Ve küçük çocuklar gibi anlatılanları aslında anlamama rağmen yerli yersiz " ama neden? " dedim. Artık benim kesinlikle aptal olduğumu düşünüyorlar.

Normalde de konsantre sorunu yaşayan bir insandım, ama son günlerde tamamen dünyayla bağlantımı kestim. Sebepsiz bir kesiklik bu. Bundan öncede bir sürü zorlukla karşılaşmama rağmen böylesi kopuklukları bir kaç yıldan beri yaşamıyordum.

Her şeyi unutuyorum, bir çözümü olsa gerek diye her yere notlar almaya başladım. Aldığım notları bile neden aldığımı unuttuğumu fark ettim. Durum çok vahim, örneğin telefonla konuşurken telefonumu arıyorum. Sigaram dudaklarımın arasında dururken sigara yakmak için paketimi arıyorum. Mutfağa su almaya gidip, anaaa ben buraya neden geldiydim dedikten sonra odama dönüyorum ve aklıma geliyor yeniden mutfağa gidiyorum ve yine elim boş dönüyorum. Bu durum tam beş kere tekrarlandı geçen gün. Patatesin kabuklarını çöpe atacağıma patatesleri attım bir de...

Uykum yok ama ne okuyacak ne seyredecek ne de muhabbet edecek kuvvetimde yok... Ölsem mi napsam? Ama sadece bir kaç saatliğine...