14 Eylül 2014 Pazar

Sana bu satırları ikinci dumandan sonra yazıyorum, ayık ol... kafam öylesine güzel ki yeryüzünde bulunan hiçbir şey kafamdan daha güzel olamaz. en damardan Orhan Gencebay çalıyor. dünyanın dönüp dönmedğini kanıtlamama gerek yok, imla hataları umrumda bile değil. ikinci dumandan sonra iran otu ciğerlerini parçalıyor insanın. bu beden, bu dünya... acıyı çeken sen değilsin sanki, yaşayan sen değilsin. Aslına bakarsanız uzun zamandır içmiyordum. İçmek istemiyordum. artık bedenimin yoruldugunu hissediyordum. Bedenimde bulunan tüm organlar ağır gelmeye başlamıştı, artık taşıyamıyordum. Bugün umursamaz bir şekilde, sırf stres atmak için yürürken bir köşe başında, elinde simit tepsisi hüngür hüngür ağlayan bir göçmen gördüm. saat on bir civarıydı. gözleri, elleri, yüzü öylesine güzeldi ki. insan bakmaya bile kıyamıyordu. elindeki tepsiye sarılmış, kurumuş simitlerin arasında hıçkıra hıçkıra, bağıra bağıra ağlıyordu. gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını sırılsıklam etmişti, başının üzerinde ismini bilmediğim ağaç umursamazca sallanıyordu. bakmak istemedim. baktığım zaman insanlığımdan utandım. başımı yere eğdim ve hızlı adımlarla yanından uzaklaştım. yüzüme vuran rüzgar bile artık bağıra bağıra ağlamama neden oluyordu. köşeyi dönüp büyük parkın oldugu caddeye girene kadar kendime gelmeye çalıştım. bu suçu ben işlemedim diyordum sürekli kendime. seksen milyonluk ülkede sayılı zenginlerden birinin çocugu değildim. cok lüks bir hayat yaşamıyordum. kirasını bile ödeyemediğim bir evim vardı. bir de her ay eksik yatan üç beş kuruş maaşım. belki dedim cebimde bulunan bir kaç kuruşu onunla paylaşabilirdim. ama o anda öylesine utanmıştım ki başımı önüme eğip hızlı hızlı yürüyebildim sadece. köpekler gibi pişman oldum yeniden döndüm. durduğu yer boştu. içime daha büyük bir acı yerleşti. insanlara yardım teklif etme konusunda zaten acemiydim. yeniden parkın olduğu caddeye döndüm. yine göçmen bir aile. belli ki savaştan kaçmışlar. sığınacak hiçbir yerleri yok. anne üç yaşında ki oğlunun üzerini örterken ağlıyordu. yaşlar gözünden sessizce süzülüyordu.o annenin sessiz gözyaşlarına sanki ağaçlar, heykeller ağlıyordu. gri başkentin sokakları ne renklidir oysa bu dönemde. insanlar sanki o kadın orada yokmuş gibi davranıyorlardı. sokak köpekleri bile insanların insansızlıklarından utanır gibi kadının yanı başından geçerken kafalarını ceviriyorlardı. utandım... yine utandım, konuşmaya başlasam hüngür hüngür ağlayacaktım.yanında üç yaşında bir çocuk çöpü karıştırıyordu. çok değil bir kaç metre uzakta. eve geldim kendmi kanepenin üzerine attım, ev arkadaşım zengin patronunun çocuklarıyla birlikte hataya sırf künefe yemeye günü birlik gidip geleceğini söyleyince koptu bende her şey. dışarı cıktım; otumu, biramı aldım eve geldim. yavaş yavaş demlenmeye başladım. ikinci dumandan sonra dünya bi anda daha güzel oldu. sonra hatırladım bir zamanlar neden alkolik olduğumu. ama hala gözlerimi kapayınca o insanların gözyaşlarında boğuluyorum. işte bu satırları size ikinci dumandan sonra yazıyorum. tüm dünya uyuyor olabilr, ama gözünüzü seveyim siz ayık olun, insanlığınızı baş tacı yapın hiç değilse içiniz rahat olsun...

2 Eylül 2014 Salı

Vandallar, Barbarlar...

İnternet vandalları sarmış dört bir yanımızı. Kafamızı nereye çevirsek birbirine hakaret eden insanlar çıkıyor karşımıza. Bu insanlar hangi ara birbirine böylesine kin besler oldular anlayamadım doğrusu. Belki de diyorum bir kısmının arpası fazla gelmiştir. Tivitır, feysbuk gibi alanlarda yeni yetme ergenleri tut tutabilirsen. Birde onların yetişkin görünen ergenleri var ki aman aman evlerden ırak. En küçük bir fikir beyanında bile birbirine giren birbirini aşağılayan insanlar. Tam olarak neyi paylaşamıyorlar ya da hangi hazinenin üzerine konmak istiyorlar anlayabilmiş değilim. Tek dertleri kendi fikirlerinin doğruluğunu ortaya koymak ama bunu gelmişe, geçmişe söverek yapabileceklerini sanmaları en büyük yanılgıları. Ben bu insanlara neden bu kadar çok taktım onu da anlayabilmiş değilim. Bırak öldürsünler birbirlerini desen gönül razı değil; iki ucu boklu değnek desem bu değneğin her yanı bok. Sırf bu kendini bilmez insanlar yüzünden internetten uzaklaştım. hiçbir sosyal ağı kullanmamaya karar verdim. hatta internete giren telefonumu balkondan aşağı atıp işi kökten çözmeyi bile düşündüm. Sahi sizi hiç rahatsız etmiyor mu bu durum? Sadece ben mi bu denli fazla rahatsız oluyorum bu insanların her yanı sarmış olmasından. Dünya zaten yaşanılacak bir yer olmaktan çoktan çıktı; az biraz eğlenebildiğim bir tek bu alan kalmıştı sağolsunlar onunda içine sıçtılar. Her neyse... biz bir kadeh daha dolduralım ve insanlık için biraz daha ağlayalım.

Ve Yaz Biter

Bu yaz çok sıkıldım. öylesine sıkıldım, ölesiye sıkıldım. bir aylık tatilim bana bir asır gibi geldi. Hatta o asır uzadıkça uzuyordu. Yıllar önce, daha çocuk sayılacağım yaşta, okuduğum bir kitap geldi aklıma. Kitapta bir zaman sündürücü vardı. En güçlü büyülerinden biriydi bu. Zamanı sündürdükçe sündürüyordu. Peki bizim dünyamızda ki zaman bükücü neden hep gereksiz zamanları sündürüp duruyor? Tüm yaz belkide hiç varolmayan bir büyücüyle kavga ettim. Sürekli salak salak yakındım durdum. Neden benim en çok eğlendiğim zamanları sündürmüyordu da hep sıkıldığım zamanları seçiyordu. Bu benim için çok büyük bir haksızlıktı. Büyücülerden yola çıktım önce Yüzüklerin Efendisi serisini sonra da Harry Potter serisini yeni baştan okudum. Büyücülerin kafaları nasıl işler ona kafa yordum durdum. Onunla da kalmadım başka fantastik eserler okudum. Kendimi durduramadım iki ayda on beş kitap okudum.Hızımı alamadım kitaplar üstüne yapılan yorumları okudum. Bu yazı nereye gidiyor pek anlamadım ama ben sanırım başka bir şeyden bahsedecektim. İşte sıkılmış ruhum ve sürekli sünen zaman yüzünden kafamı toparlayamaz oldum. benim beynim zaten çöplük gibi, biraz daha karıştırarak daha da çıkılmaz bir hale soktum. Kitaplar, filmler, oyunlar, müzikler... karıştıkça karıştı beynimde sonra da alacalı çok leziz lakin mideye dokunan bir çorba çıktı ortaya. Ben hep söylüyorum ' Azizim, bana on günden fazla tatil yaramıyor! '