26 Kasım 2009 Perşembe

Gustav Janouch: 'Kafka ile Söyleşiler'den...



Kafka’yı makamında bir Reclam - Bücherei sıralacını incelerken bastırmıştım.

“Kitap başlıklarından kafayı buluyorum” dedi Kafka. “Kitaplar uyuşturucu gibi.”

Çantamı açtım ve içindekileri gösterdim. “Sayın Doktor, ben bir esrarkeşim.”

Şaşırmıştı Kafka.

“Yepyeni kitaplar!”

Çantamı onun yazı masasına boşalttım. Kafka hızla kitapları elinden geçirdi ardı ardına, sayfaları hızla çevirdi, oradan buradan bazı parçalar okudu ve kitapları bana geri verdi.

“Peki sen bunların hepsini okuyacak mısın?”

Başımı salladım.

Dudaklarını büzdü Kafka.

“Çok zaman harcıyorsun ıvır zıvırlara. Günümüz kitaplarının çoğu güncel yaşamımız üzerine gelip geçici eleştiriler. Ortadan çok çabuk kalkıyorlar. Daha çok eski kitaplar okumalısın. Eski eserleri -Goethe. Eskiler yaşamın en derin anlamını ortaya koyuyor -sürekliliği. Yeni olan şeyler, en gelip geçici olan şeylerdir. Bugün güzeldir, yarınsa gelip geçici ve gülünçtür. Yazın böyledir.”

“Peki ya şiir?”

“Şiir yaşamı değiştirir. Bazen daha da beterdir.”

Kapı vuruldu. Babam içeri girdi.

“Oğlum ve mirasçısı, sizler baş belası mısınız?”

Gülümsedi Kafka.

“Yo hayır! Şeytanlardan ve cinlerden söz ediyoruz.”

karakutu'dan alıntıdır

21 Kasım 2009 Cumartesi




Son bir kaç aydan beri içimde bitip tükenmeyen bi huzursuzluk var... bitip tükenmeyen bi çelişki var. insanın her zaman huzursuz ve mutsuz olması dünyanın en berbat duygularından biri. ortada üzülecek bi şeyler olmamasına rağmen her akşam ağlama seansları düzenlemesi. Sait Faik okuyup ağlıyorum. Sabahattin Ali okuyup ağlıyorum, Tezer Özlü okuyup ağlıyorum, Tomris Uyar okuyup ağlıyorum... Hatta Rıfat Ilgaz'ın pijamalılarını okurken böğüre böğüre ağladım geçen gece... Dolu dolu yaşadığını sanarken bi karadeliğe düşmek gibi bi şey bu. Durmadan düşüyorum... Beni en çok rahatlatan şey şu fotoğrafta gördüğünüz sokaklarda ayaklarıma kara sular inene kadar gezdikten sonra oradaki bi kafede it gibi titreye titreye bi şeyler içmek. son zamanların yaygın modası her kafede bi köpek var. onlar olunca gezinin sonu çok daha eğlenceli oluyor. moda olması can sıkıcı. bir zamanlarda camekanlara japon balığı kouyuyolardı. Hadi köpeği anlıyorum biraz, sonuçta kafeler hep bahçeli. köpeklerde çok uysal. ama o göt kadar fanusların içinde o zavallı japonlar ne yapsınlar insaf merhamet yahu! O köpecik bayan Lena. O kadar maymunluk yaptım bak bana diye ama bakmadı :) neyse bi kaç kere daha denerim artık...