28 Ağustos 2013 Çarşamba

Beyaz bir tavana bakıyorum. İnsanı rahatsız edecek kadar beyaz ve temiz; nereye yakışacağını düşünemiyorum. Etrafımda insanlar koşuşturuyor. Biri tansiyonumu ölçmeye çalışıyor iki tanesi kan alıp serum takmaya çalışıyor. Hiçbir şey hissetmiyorum. Sadece tavana bakıyorum. Hemşirelerden biri " tansiyonu hala düşüyor " diye bağrıyor. Tebessüm etmeye çalışıyorum, edemiyorum. Sanki sağırmışım gibi bir doktor bağıra bağıra " iyi misin Nagehan " diye soruyor. Temiz tavana bakıyorum. Baktığım son şey olabileceğini düşünüyorum. Dışarda çok güzel bir gün var hissedebiliyorum. Kaç gündür özgürce yürüyemedim, yalnız kalamadım düşünmek bile istemiyorum. Ansızın baş ağrımı hatırlıyorum, yeniden midem bulanmaya başlıyor. Öğürüyorum... Öğürüyorum... Öleceğimi düşünüyorum. Ölüm aklıma gelince içimde garip bir his uyanıyor. Kendi kendimi teselli etmeye çalışıyorum ve kafamdaki şeytanların hepsinin ağzının üstüne iki tane okkalı tokat atıyorum. Lekesiz tavanda dev bir kitap hayal ediyorum, okuduğum zaman dünyanın en mutlu insanı olacağımı düşünüyorum ve başlıyorum yazmaya. Kabul ediyorum biraz Yaşar Kemal'den çalıntı ya da alıntı yapıyorum bazı betimlemeleri. Ama bu durum çok hoşuma gidiyor. Bölümleri tamamlıyorum ve dalıyorum. Gözlerimi açtığımda hâlâ kolumda iki serum başımda hemşire var. Uyurken bile bir şeyler yazdığımı anımsıyorum sonra. Tansiyon hâlâ düzelmedi diyor doktora. Doktor yine aynı ses tonuyla iyi olup olmadığımı soruyor. Ben bakışlarımı tavandan çevirmeden okumaya devam ediyorum. O anda hayatta bana en çok zevk veren şeyi bir kez daha anlıyorum, ölümle burun burunayken bile evimde Türk kahvem ve sigaramla, elimde mükemmel bir kitap; işte bunun için yaşamalıyım diyorum kendime... Ve gariptirki gerçekten ölmedim. hayaller insanı yaşatabiliyormuş. Ama Yaşar Kemal'den çalıntı yapmayı bırakmalıyım sanırım :) Benden size tavsiye sakın kendinizi Türk hekimlere emanet etmeyin:)