22 Mayıs 2015 Cuma

Nagecim nerede

insanlarla konuşurken ansızın dalıyormuşum. birden bire olduğum ortamdan uzaklaşıyormuşum. günlerdir öğretmenler odasında aynı geyik. üzerimden espiri yapılması beni çok rahatsız eden bir durum değildir ama canım çok sıkkınsa köpekleşebilirim. dişlerimi gösterir, hırlar sonra da ısırırım. dalıyorsam uzaklara bir derdim olduğundan diyemedim. ben kendimi bildim bileli böyleydim çünkü. hem kimin derdi yok ki güzel kardeşim. herkesin derdi kendine büyük. bir de herkesin tuttuğu kendine. hep derim anneme, neden Nâgehan diye. anlamı ansızın demek efendim. bildiğimiz zarf olarak kullanılan cinsten. eski Türk edebiyatına çalışırken ismimin geçtiği cümleleri fosforlu kalemlerle çizer defalarca okurdum. insan isminin anlamını taşırmış, bu yargıya daha çok iman ettim zamanla. gülerken ağlayabiliyorum.ruh halim öyle hızlı değişiyor ki bazen beynimin yorulduğunu hissediyorum. gözlerim dalıyor uzaklara, neyi düşündüğümü yakalayamıyorum ama güzel şeyler düşlediğim de çok oluyor. çok düşünmek beyinde bulunan sinir hüclerini öldürürmüş. sinir hücreleri de yenilenmezmiş. bu bilgiyi öğrendiğim zaman dehşete düşmüştüm. düşünmemeliyim, düşünmemeliyim... elinde mi sıkıysa düşünme. bugün gece sokaklarda aylak aylak yürürken yeniden telkin ettim kendime, düşünme nagecim, düşünme! niye bu kadar çok düşünüyorsun ki, sıkma tatlı canını... sonra tanrıyla kavga ettim. neden beni yarattın, neden beni yolladın buraya, dalga mı geçiyorsun sen benimle? benimle değil bizimle! hava öylesine güzeldi, öldürecek kadar güzeldi. adımlarım uçsuz bucaksız sokakta yankılanıyordu bir ben vardım sanki dünyada. iki tarafı ağaçlarla kaplı, başından bakınca sonu görünmeyen. hava ipek gibi tenimi okşuyordu. düşünmemeliyim düşünmemeliyim. bu manzarayı anı defterine kaydet. son anı, daha doğrusu bundan bir önceki, sanırım iki hafta önce Bolu. Orhan Veli gibi hissettim kendimi, ulan öldürüyor bu havalar bu manzaralar beni. sonra bu sokak, bu sokakta hep emekli amcalar teyzeler var. her evde bir kaç kedi ya da köpek var. bahçeleri harika. geceleri herkes ölüm uykusunda. beklenen ama gelmeyen bir ölüm. geçen sene yine çok dalgın olduğum bir anda aynı sokakta kendimi bir arabanın önüne atmıştım, acı bir fren sesi. sağlam küfür yemişimdir adamdan, haklı... teyzenin biri, ayyy evladım bu dünyada ölmeyi hak eden bu kadar insan varken sen ne yaptığını sanıyorsun dedi. sanırım intihar ettiğimi falan sandı. halbuki böyle bir ölüm benim tarzım değil, hemde ara sokakta. katıla katıla gülmeye başladım o da güldü. çok korktun azcık gül diye dedim, dedi. halbuki korkmamıştım o esnada şofor beyden defalarca özür dilemekle meşguldum. sonra teyzenin kurduğu cümleyi düşünürken Yüzüklerin Efendisinden bir sahne geldi aklıma, Gollüm'ü öldürmek isteyen Sam'e Frodo şuna benzer bir şey söylüyordu, sen onun ölümü hak ettiğini söylüyorsun ama bak dünyaya ölümü hak eden binlerce insan hayatta ve ölümü hak etmeyen binlerce insan ölüyor her gün. en büyük arifler bile bu konuda yanılıp ölüm ya da kalım hakkında hüküm veremezken sen nasıl onu öldüreceksin. sahi insanlar birbirlerini nasıl öldürüyordu. bakın gördünüz mü yine başladım. ben iflah olmam, çokta yaşamam. çok yaşamakta istemiyorum zaten. Tatar şarir Abdullah Tukay daha 27 yaşında, doktor ona diyor ki böyle içersen çok yaşamazsın. havası temiz bir yere git, içkiyle sigarayı da bırak. o da diyor ki, yaşamak isteyen kim? 28 yaşında kimilerine göre çok içmekten, kimilerine göre memleket derdinden ölüyor... 22 05 2015 16:06

Hiç yorum yok: