16 Mayıs 2015 Cumartesi

Ağlamak ya da ağlamamak

Ev arkadaşım sevgilisinden ayrılmış. eve geldiğinde bağıra bağıra ağlıyordu, çantasını attı odasına gitti. tabii aklıma gelen ilk seçenek sevgilisinden ayrılması değildi. gariptir ağlayan insana neyin var diye sormanın gereksiz olduğunu düşünürüm hep. ağlaması gerekiyorsa ağlar insan. saçma olsa da öyle işte. ya da kime göre saçma neye göre saçma... bence saçma değil vazgeçtim. sonuç itibariyle bu izafi bir kavram, öne geçtiğini sanan arkaya geçmiş olabiliyor... neyse efendim, usüldendir diye gittim yanına neyin var dedim; böğürerek ağlamaya başladı. ben panik anlarında yılan kadar soğuk kanlı bir hayvana dönüşüyorum. mutfağa gelip sigara içmesini söyledim. tabii kadın ağlamaktan sigara içemedi. kendi halinde ağlasın bağırsın çağırsın diye yalnız bıraktım. saatler sonra bir kahve içmek için mutfağa girdim, hâlâ ağlıyordu, yanında diğer ev arkadaşım ağlamasın diye elinden geleni yapıyordu. benim için sorun şuydu: bir insan ağlamak istiyorsa bırak ağlasın anasını satayım! ne diye sakinleştirmeye çalışıyorsun? çok fenalaşırsa iki kadeh şarap oh miss. olmadı acile gider bir sakinleştirici yaptırırız. bırak yırtsın kendini içindekileri söksün atsın. ama yoookkk ' niye ağlıyorsun, sorun ne, ağlama, üzme kendini, salma kendini...' ulan bırak salsın kendini, bırak yırtsın kendini. insan niye çok güçlü olmak zorunda? daha sonra şunları söylemeye başladı ' hadi elini yüzünü yıka, hadi biraz su iç, olmadı bi duş al' bu kadın balık mı lan? ne suyu? üçüncü safha, hadi derin derin nefes al, biraz rahatla. he, o da fotosentez yapıyodu önceden... sonra sarılmalar kucaklamalar, ne oldu diye ısrar etmeler. hayır bu kadar ısrarcı olmanın ne alemi var? aynısını bana yapsa vallaha billaha söverim yedi ceddine. diğeri inatla anlatmıyor. ara ara sakinleşiyor sonra yeniden böğürmeye başlıyor. neyse bi ara ağzından belli belirsiz, ayrıldık her şey bitti gibi bir şeyler çıktı. anaaammmm diğeri daha da coştu, tövbe estağfurullahh... aman üzülme sakın, biri gider bini gelir, kimse üzülmeye değmez. değer ulan üzülmeye de değer, kendini yırtmaya da değer. hatun bu adamı seviyor mu? seviyor. uzun zamandır birlikteler mi? birlikteler. birlikte onca yaşanmışlık, alışkanlık var. aynı evi, aynı yatağı paylaşmış, aynı şeye gülmüş aynı şeye ağlamış... çayına kaç şeker attığını, hangi filmleri, müzikleri sevdiğini biliyor. bu lanet olası şehirde milyonlarca anısı var. bunun gibi on şehirde anısı var. şimdi o kafasını nereye çevirse beyin kıvrımlarına o anılar hücüm ediyor. belli belirsiz sesi geliyor kulaklarına, kokusunu duyuyor. sonra sürekli soruyor kendine, neden böyle oldu? böyle olmak, böyle bitmek zorunda mıydı? nasıl değmez ulan nasıl değmez. bir anda onunla ilgili yaptığın bütün planlar, hafızanı süsleyen bütün hayaller yerle bir oldu. bir anda kafanda ve kalbinde kocaman bir boşluk oldu. neyle dolduracaksın o koca boşluğu. nasıl alışacaksın yokluğuna? muhakkak herkes unutulur. herkes her şeyi unutma becerisine sahiptir. kalbimizi delip geçen onca şeyi unutmadık mı? ya da durun bir dakika, unutmadık ki. üstü tozlandı. yaraların izleri hâlâ oradalar. eski ateşi kalmıyor acıların. garip buruk bir hüzün bırakıyor o da hiç geçmiyor. ama bir insan bunu daha bir kaç saat önce yaşamışken, üzülme, değmezler gibi cümlelerde neyin nesi be. nasıl üzülmesin, nasıl yıkılmasın? ağlama diyor sürekli, ağlama. sonra yazının en başındaki cümlelere sarıyor. hayır iyi niyetini bilmesin beş yıldır tanımasam, ulan seni de, kurduğun teselli cümlelerini de diye başlarım. ama ne denli iyi niyetli olduğunu biliyorum. öyle iyi niyetli ki insanı bunaltıyor. sonra diyorum ki Allahımmm beni niye böyle yarattın. hatun hala ağlıyor mal mal diğerine bakıyor, o teselli etmeye çalışıyor ben sinir oluyorum. bazen herkesi kendime benzetmeye çalıştığımı farkedip daha da sinir oluyorum. bu yazı nereye gidecek bilmiyorum ama evde bu denli gerginlik varken bana bu gece sabahlar olmaz.

Hiç yorum yok: