7 Nisan 2010 Çarşamba

Sevgili Günlük

Ulan sevgili günlük diye başlamak geldi içimden. tekrar tekrar, sevgili, pek muhterem günlük gibi hitaplarda bulunursam da hiç şaşırma... Yazmak isteği nüksedince ve havada bu kadar güzel olunca, benim içimdeki bu bahar şaşkınlığı ve yorgunluğu yerini " hayat çok güzel, her şeye rağmen " namelerine bırakınca daha çok saçmalayasım geldi. Akşam üstü gezintilerinde gözlerime takılan camekanların yazıları bile canımı yakarken ansızın peyda olan bu yaşama sevincinin nedenini bende pek anlayamadım. Nâgehâni duygularla dolup taşan bir insan oluşuma da hâlâ alışamadım ya. Saati saatini tutmayan ölümcül hastalar gibi hissediyorum bazen kendimi. Sağımdan ve solumdan hızla insanlar akarken bende hayatın temposuna ayak uydurmak zorundaymışım gibi, içimde bi yerlere geç kalıyormuş ya da evine dönmenin telaşı içindeymişim gibi duygulara kapılıp sonra bu duyguların aslında çok saçma olduklarını fark ediyorum. Duyguların yetişmeleri gereken bi işleri ya da evleri yok diyorum kendime. Ama gözlerimin önünden hayat akarken...  bu denli hızlı akıp bi yerlere bi şeyler yetiştirecekmiş hissini verirken, yetiştireceği o adı anılmaması gereken cismi kendimmiş gibi düşünmeden edemiyorum. Bu cümlelerin ağızlarını gözlerini yamultmadan da edemiyorum. Eğer şimdi imkanım olsaydı size yazdığım kağıdı ve el yazımı göstermeyi çok isterdim. cümleler ve yazı böylesi dengesizken harflerim ve kağıdımda bir yerlere bir şeyler yetiştirmek istiyormuş hissini veriyorlar. Uzun süredir yapmadığım bir şeyi yapıyorum aslında. Önümde hızla akan ve her dakika değişen caddeye bakıyorum, oturduğum konumda insanları görmem imkansız ama gelen sesleri hiç bir şekilde bastıramıyorum. bastıramadığım seslerle anlıyorum ki tam arkamda hayat birilerinin istediği veya istemediği gibi akıyor. Şimdilik benim için caddedeki insanlar tanımsız kalıyor. Ellerinde poşetlerle camekanların içine düşen kadınlara her zamanki gibi tiksintiyle bakıyorum. Onlardan tiksindiğim için kendimden tiksiniyorum. Sonra kendimi haklı çıkaracak bahaneler  bulmaya çalışıyorum. Bahanemin çok olduğunu biliyorum ama en önemlisi benim nezdimde bu bahanelerin aslında can alıcı fikirler olması ve bahaneden çok daha yüksek çıtalara sahip olması. Sonra baharın verdiği şaşkınlıkla akılları birer karış havada yeni yetme kızlarla oğlanlara takılıyor gözlerim. Sanırım onların verdikleri saf enerji baharın güzelliğini daha da ortaya koyuyor. Sonra onların haddinden fazla saf olduklarını düşünüyorum. ön yargısız, tecrübesiz, yeni yetme olmaları da cabası zaten. Yeniden lise çağlarına dönmek ister miydim acaba diye bi soru geçiyor aklımdan. bu sorunun cevabını içimdeki bi kadın çığlık çığlığa " hayııırrrr!" diye bağırarak veriyor ve ben bu sese verecek tepki bulamıyorum. Saflar işte salaklar deyip burnumu kıvırıyorum. Ensemde delici bakışlar hissetmeye başlayınca kıvırdığım burnumu farklı insanlara çevirmem gerektiğini anlıyorum. Bir çok kişiye aynı anda burun kıvırırsan bakacak yer bulamazsın işte diyorum kendime. Yalnızlığın verdiği can sıkıntısıyla kapalı alanlarda çok fazla kalamıyorum. içeride hepimize yetecek kadar hava yoookkk diye bağırasım geliyor ansızın. Böyle ortamlarda kendimden geçip akıl hastaları gibi davranmamak için kendimi hemen sokağa atıyorum. Sonra ne kadar hızlı yürürsem ve ne kadar hızlı bu kalabalıklardan ve kapalı alanlardan uzaklaşırsam o kadar iyi diyorum. İçeriye bi giren bir daha çıkamıyor çünkü... çok iyi biliyorum. Durmadan akan hayat, durmadan değişen renkler, durmadan öten kuşlar... parklarda güneşlenen bir kaç kedi ve köpek. ve tabii bir kaç insan. parklarda sanki hayat daha yavaş. iki ileri bi geri giden mekanlar yok mudur? mesai saati dolunca şehir daha gürültülü, daha çekilmez, sanki arabalar çoğaldıkça hava daha kirli. Saatlerin rivayetlerini büyücülerin cümleleri gibi algılayan ruhum daha da dalgınlaşıyor. Park çok güzel ama arabaların gürütüleri buraya kadar geliyor. Evet bahar geldi çiçekler çok güzel ama hava hala kirli ve nefes alıp verdikçe bizi de kirletiyor. insanlar doğuyorlarmış her bahar... çevremi sokak çocuklar sarıyor, " abla bi dal sigara versene be, abla valla okul paramı çıkarmaya çalışıyorum noluur bi mendil alsan...." hayat güzeldi öyle değil mi? Güneş batıyor  ayaz şehri kuşatıyor. Güneş varolan güzelliklerin yanı sıra can acıtan şeyleri de gözüme gözüme sokuyor. ama Nâgehan hayat çok güzel kendini kandırabilirsin. piçin biri köşede hasta bir sokak köpeğini tekmeliyor, sol tarafta iki kurbağa birbirine kur yapıyor. gökyüzü kuşlarla kaplanıyor ellerinde sapanlar çocuklar kuşları öldürmek için birbirleriyle yarışıyor. Hayat çok güzel oynuyor. muhakemeleri bir kenara bırakmayı başarabilirsen, kör olursan eğer, sağır olursan, canına yandığımın insanlarını yok sayabilirsen eğer... hayat kendi akışında, hangi akış bende bilmiyorum ama güzel olabilir... yok arkadaş yok! böyle güzellikte olmaz olsun...

Hiç yorum yok: