
Fark ettimki ben buraya hep kızgın olduğum zamanlarda yazıyorum. Sinirleri hassas bir insan olduğumdan sanırım. Mutlu olduğum zamanlarda içimden yazmak gelmez benim. Ama mutlu olduğum zamanların az olduğu sonucunu vermez bu durum. Mutluluk ve hüzün hep birbiriyle iç içedir. Çok mutlu olduğumuz bir günün gecesinde ortada hiçbir şey yokken hüzünleniriz. Sanırım insanın kimyasını çözmeye başladım... Çok küçük şeylerle mutlu olmayı başaramazsan hayat çekilmez bir hal alıyor. Baharlarda çiçeklerden, ağaçlardan, topraktan... yayılan kokuyu ciğerlerime doldurdukça mutlu oluyorum. Keşke insanlarda baharları böyle güzel koksalar. Gözlerimizi kapasak ve ciğerlerimze çeksek o taze kokuyu... sonrada mutlu olsak.
Sevgili dostum odi'yi aldılar benden. Bir çocuk gibi kandırılmama mı yansam yoksa odi'den ayrı düşmeme mi bilemedim başlarda. Bugün tam bir ay bir hafta oldu. İçimdeki kinin ve nefretin geçeceğini düşündüm. Sakin olmaya çalıştım ama nafile. Hassas olan sinirlerimin gerilmesiyle utanacağım şeyler yaptım. Ama bu defa utanmadım. Bugüne kadar yaptığım tüm fedakarlıkların çöpe atılması ve karşıma geçip yapılan iylikler söylenmez ki denmesi çok gücüme gitti. Bundan sonra yeri ve zamanı gelince yaptığım fedakarlıkları söylemeye karar verdim. Bana o cümleyi kuranlarada, geeçç bunları anam babam geeeççç dedim. Sınav sonuçları fiyasko olacak. Kitap okuyamıyorum ikinci fiyasko. Film seyredemiyorum. Sadece yaşıyorum. Nefes al, nefes ver bu adam gitti gider, demiş Demir Demirkan. Bende bu diyarlardan gitmeye karar verdim. Aşık olduğum bu toprakları terk edip, Sait Faik'in öyküsündeki Nevin gibi yeni bir isimle beni hiç tanımayan insanların arasında geçiririm ömrümün geri kalanını. Bu planı uygulayabilmem için bile bir kaç yıl daha çalışmam gerek. Artık hapishane şarkıları dinleyip gün sayarım...
Okuyamadığım blogları okuyorum tam üç gecedir. Bitirdim çok şükür. Çoook iyi geliyor sizleri okumak. Günlük gibi oldu buda. E buda böyle olsun :)