6 Kasım 2008 Perşembe

Çarklar Arasında


Bazı eserler vardır, bitirdikten sonra hem sevinirsiniz hem üzülürsünüz. Üzüntünüzün tek sebebi vardır, okumakta geciktiğinizi düşünürsünüz. Hermann Hesse'nin Çarklar Arasında eseri bende bu duyguyu yarattı. Kitabı okuyan insanlar hep aynı cümleyi kurmuşlar, " liseye giden veya öss ye hazırlanan her öğrenci okumalı..." Bana kalırsa öğrencilerden önce öğretmenlerin ve anne babaların okuması gerek...


Çarklar Arasında Hermann Hesse'nin kendi hayatıyla paralellik taşımaktaymış. Babasının baskılarına rağmen İlahiyat Okulu'ndan ayrılıp yazarlığa yönelmiş...
Jung’un öğrencisi Lang ona psikanaliz tedavisi uyguladı. Lang ile dostluğu ruhbilime ve Jung’a duyduğu ilgiyi körükleyerek şiirsel iç dünyasını zenginleştirdi.(vikipedia'dan alıntıdır)

Çarklar arasında ezilmemiş kaç hayat vardır?


Hans Giebenrath, kasabada yatılı okul sınavına girecek tek öğrencidir. Okulun müdürü, rahip ve özel matematik öğretmeninden bir yıl boyunca dersler alır. Ve o büyük gün gelip çattığında Hans'ın tek dileği kimsenin hayallerini yıkmadan yatılı okul sınavından geçebilmektir... İki gün boyunca sınavdan sınava koşturur Hans. Çok iyi geçen sınavlarda vardır, hiç umudu olmadığı sınavlarda. Babasına bahsetmekten çekinir, bahsetmeye kalksada, azarlanır, aşşağılanır... Kasabaya döndükten sonra o büyük haber gelir. Hans sınavda ikinci olmuştur. " O kadar da zor değilmiş. Demek isteseymişim birincide olabilirmişim" diye düşünür. Sıkıntılı günler geçmiştir ve Hans'ın tek dileği güzel bir yaz tatilidir. Eve döndüğünde bahçedeki eski tavşan evine takılır gözü, tavşanları derslerine daha iyi çalışsın diye öğretmenleri ve babası evden yollamıştır. Sonra oltaları saklamışlar ve sonunda nehirde yüzmeyi ve aylak aylak kırlarda gezinmeyi yasaklamışlardı... Hans'ın içinde büyük bir nefret oluşur. Tüm bunlar ona çok anlamsız görünür...

Bir kaç gün balık tutar, istediği gibi nehirde yüzer, kırlarda gezinir... Fakat müdürün Hans için harika(!) fikirleri vardır. Hans yatılı okulu kazanmış başarılı bir öğrenci olabilir, ama yatılı okulda çok daha zeki ve azimli öğrenciler çıkacaktır karşısına. İşte bunun için tüm yaz boyunca yeniden derslere başlar Hans. Başarıyı bir kere tattığı için bu çok fazla üzmez Hans'ı. Ne de olsa herkesten üstün olmak dünyanın en güzel duygusudur...


Ve yatılı okul günleri başlar. Sınıfta birinciliği kimselere kaptıracak gibi görünmüyordur Hans. Ama Hans kadar azimli, çalışkan ve terbiyeli çocuklar vardır. Bunun için Hans'ın nefes bile almadan çalışması gerekmektedir. Sadece çalışması. Yatakhane arkadaşlarının neredeyse hepsinin çok yakın olduğu herşeyini paylaştığı bir arkadaşı vardır ama Hans yalnızdır. Kendi gibi yalnız olan ve kimseyle yakınlaşmayan bir çocuk daha vardır, Hermann Heilner...

" Nasıl biriydi şu Heilner? Hans'ın bildiği bütün üzüntü, tasa ve istekler ona tümüyle yabancıydı, kendine özgü düşünceleri vardı kafasında, kendi sözcükleri vardı; daha sıcak, daha özgür bir yaşam sürüyor, tuhaf acılar çekiyor, adete tüm çevresini küçümsüyordu. Eski sütunların ve duvarlardaki güzelliklerin dilinden anlıyordu. Ayrıca, gizemli bir sanatla uğraşıyor ruhundakileri yazdığı şiirlere döküyor, hayal gücüne dayanarak kendisine başkalarınkinden ayrı, yapay bir dirimselliği içeren bir yaşam kuruyordu. Yerinde duramayan, ele avuca sığmaz bir oğlandı..."

Ve kısa sürede dost oldular...Hans Heilner dostluğu uyarılara ve cezalara rağmen büyüdükçe büyüyor ve Hans'ın derslerdeki o inanılmaz üstünlüğü gittikçe yerini başkalarına bırakıyordu... Heilner sayesinde Hans'ın önünde yeni kapılar açılmıştı, bu yeni tatlar Hans'a çok daha cazip geliyor ve sınıftaki birinciliği düşünmüyordu...

Bir gün sevgili dostu Heilner Hans'a hiçbirşey söylemeden çekip gitti. Ve Hans Heilner'in gidişinden sonra büyük bir boşluğa düştü... Artık robot gibi yaşayan bir çocuktu. Bir kaç kontrolden sonra sinir bozukluğunun gittikçe kötüleşmesi ve kendine zarar vermesinden korkan doktorun tavsiyesiyle Hans kasabasına dönmemek üzere gönderildi...

Bir sınav uğruna elindeki tüm güzellikler alınan Hans eve döndükten sonra hep ölümü düşündü. Çocukluğu ona artık çok uzak geliyordu ve o güzel günlere yeniden dönemeyecek olması Hans'a büyük ızdıraplar yaşatıyordu... Ölüm onun için en iyi ilaç olacaktı. Kendine güzel bir ağaç seçti, bu ağaçta can verecekti ve herşey bitecekti. Baş ağrıları, kınayan bakışlar, arkadaşlarının alaylı bakışları... Ve ölüm o istediği zaman geleceği için yeniden mutlu oldu Hans. Çocukken mutlu olduğu kadar olmasada artık istediği zaman bu hayata son verebilir ve tüm acılardan, ızdıraplardan kurtulabilirdi...


Flaig Ustanın yeğeni Emma'nın kasabaya gelişi, Hans'ın ona karşı hissettikleri ve tıpkı dostu Heilner gibi haber vermeden çekip gitmesi Hans'ı yine eski düşlere sürükledi... Ama Hans için yeni umutlar olabilirdi. Bir tornacının yanında çıraklığa başladı. Eski sınıf arkadaşı August'ta aynı tornacıdaydı ve o Hans'ı seviyordu... Çocukken çok iyi anlaşırlardı ve birlikteyken çok iyi vakit geçirirlerdi... August artık baş çırak olmuştu ve bunu kutlayacaklardı. Hans'ı da davet etti. Pazar günü gönüllerince eğlendiler. Hans sarhoş olana kadar bira içti. Ve evde babasının beklediğini düşünerek eve yalnız dönmeye karar verdi...


" Kim diyormuş öğretmenlerde kalp yok? Kim öğretmenlerin kılı kırk yaran, fosilleşmiş, ruhsuz kimseler olduklarını söylüyormuş? Yalan, Yalan! Bir çocukta hayli zaman çalışıp da ortaya çıkarılamamış yeteneğin bir an gelip ansızın uç verdiğini, çocuğun tahtadan kılıçlarını, sapanını, okla yayını ve bütün oyuncaklarını nasıl bir yana bırakarak bilip öğrenme yolunda ilerlemek için çaba harcadığını, yoğun çalışmalarla henüz yontulup işlenmemiş tombul ve al yanaklı bir oğlanın, nasıl narin, vakur, neredeyse dünya nimetlerine sırt çevirmiş birine dönüştüğünü, yüzünün nasıl daha yaşlı ve maddilikten uzak bir görünüm kazandığını, bakışlarına nasıl daha bir derin, amacından daha emin ifadenin gelip yerleştiğini ve kanı giderek çekilen ellerine zamanla nasıl bir durgunluğun çöktüğünü gören bir öğretmen sevincinden deliye döner. Gururundan içi içine sığmaz. O körpe yaratıkların doğasındaki hoyrat gücü ve tutkuları dizginleyerek söküp atmak, bunların yerine devletçe saptanmış sıradan ideallerin fidelerini dikmek bir öğretmenin hem görevi, hem devletçe kendisine buyur edilip verilmiş mesleğinin yükümlülüğüdür. Şu anda halinden memnun ve çalışkan kaç memur ve vatandaş okul denen kurumların bu yoldaki çabaları olmasaydı kararsızlık içinde bocalar, bir fırtına gibi oradan oraya esip durur, hayallerle uğraşan biri olup çıkardı kimbilir?" S. 66-67

7 yorum:

Adsız dedi ki...

hermann hesse en sevdiğim yazarlardan biridir, bu kitabı incelemen de çok iyi olmuş :) ben en çok siddharta'sını beğenmiştim onun.

kaldırımçocukları dedi ki...

Alman edebiyatını çok severim ben. Hermann Hesse biraz daha sevdirdi. Yavaş yavaş tüm eserlerini okumayı planlıyorum =)

Berrin dedi ki...

hermann hese'ın ıkı kıtabını okudum bu gune kadar. ilki bozkırkurdu dıgerıde knulp..ıkısıde hoş kitaplar tavsıye ederım.
onerı ıcın tesekkurler

kaldırımçocukları dedi ki...

Bozkırkurdu'nu okuyanlar güzel övgülerde bulunmuşlar. Sanırım ikinci Hesse yapıtı bozkırkurdu olacak. Bende teşekkür ediyorum =)

S dedi ki...

yeri apayridir herman hesse'nin bende..ozellikle bozkirkurdunu ben de siddetle tavsiye ediyorum..

YALNIZLIK OKULU dedi ki...

kendimden utandım nasıl ıskalamışım diye bu kitabı ama şimdiden eve gitmeden istiklalde bir kitapçıya girip hemen alacağım ve belki daha orda başlıyacağım okumaya...Yüreğine sağlık çok güzel bir inceleme olmuş...

kaldırımçocukları dedi ki...

ıskaladığımı düşündüğüm yazarlar olduğu zaman, " ya hiç tanımasaydım" diyorum =) benim sayemde tanıdıysan ne mutlu bana...