10 Ocak 2014 Cuma

Buz gibi bir gündü.Ocak ayının en soğuk günlerinden biri. Bir otel odasındaydık, yanımdaki adamın varlığını unutmuş birbirine girmiş binaları izliyordum. Dışarıda insanın gözlerini kör edecek bir tipi vardı. Yamuk yumuk kurulmuş binaların arasında savrulan kar zerrecikleri gri şehrin içine doğru hızla düşerken şehirle aynı rengi alıyordu. dışarıda insanlar hiç bilmediğim bir dili konuşuyorlardı. anlamıyordum, anlamakta istemiyordum. bunca bilinmezliğin içinde böylesi çok daha eğlenceli geliyordu bana. Yanımda yatan adamın sadece sıcaklığını hissediyordum. hiç konuşmuyorduk. ben sürekli gri ve kokan şehri seyrederken o sürekli uyuyordu. Garipti, tüm şehirler birbirinin aynıydı. İnsanlar çift yaratılmış sözünü almışlarda, şehirler ctrl V ile kurulmuşa uyarlayabilmek için dünyanın tüm kıtalarında, tüm ülkelerinde, şehirlerinde ve kasabalarında inatla uygulamışlardı. Yanımda yatan adam bundan anlamıyordu. anlayıp anlamaması beni de pek ilgilendirmiyordu. O adamı yanımda yıllardır sırf  yalnızlığımı gidersin diye taşıyordum. Ona göre de ben hiçbir şeyden anlamıyordum ve o da beni sırf yalnızlığıni gidermek için yanında taşıyordu. Birbirimizden böyle bir şeyi gizlersek eğer tüm o tutkulu aşkımızın ve sevişmelerimizin büyüsü bozulacaktı. Gizlemiyorduk. Gizleyelebileceğimiz bir şey de değildi zaten...

2 yorum:

Sokrates'in Yeğeni dedi ki...

Bir zamanlar ben de birinin beni sırf yalnızlığını gidermek için yanında taşıdığı hissine kapılmıştım. Tuhaf bir his.

kaldırımçocukları dedi ki...

kesinlikle öyle :)