2 Şubat 2009 Pazartesi

Azap


Önce bir kan damlası beliriyordu beyaz mermer üzerinde, kan damlasının nereden geldiğini anlamaya çalışırken ağzından burnundan kan geliyordu. Sonra üzerindeki herşeyin al kızıl kana boyanması ve bu kan içinde nefes almaya çalışırken ciğerinden vurulmuş olduğunu fark etmesi, saniyeden kısa sürüyordu sanki. Bir el silah sesi. Ne zaman ateş aldı bu silah? Hedef kendi miydi? Ve ansızın elindeki silahı fark edip daha da dehşete düşüyordu. Mermerin üzerinde yürürken ardında bıraktığı kanlı adımlara takılıp kalıyordu gözleri. Mermer zeminin üzerinde tahta eski bir kapı vardı, kapının aralık olduğunu anlayana kadar bakıyordu kapıya. Aslında neye baktığının farkında bile olmadan. Bu kadar kan kaybedip nasılda hâlâ hayatta olabildiğine şaşıyordu en çokta. Uçsuz bucaksız bir yerdi sanki burası. Ulu orta yerde tahta eski bir kapı. Ama ne sağında nede solunda duvar yok arkası boşluk. Sonsuza uzanıyordu mermer zemin. Sonsuzun ortasında bir kan gölü. Kendi kanı. Kapıyı aralayıp başını içeri korka korka uzattığında göreceği tek şeyin yine mermer olduğunu düşünüyordu. Oysa içerisi dışardaki mermer zemin ve onun berraklığına hiçte benzemiyordu. Heryer ve herşey tahtaydı burada, dışarının aksine boğuk, basık, karanlık... İnce uzun ama yine sonsuz. Sonsuzluğun içinde sonsuz tabut ve sonsuz ceset. Ama sanki diriydiler, sanki hâlâ nefes alıp veriyorlardı. İçlerinde tanıdık bir yüz bulabilmenin merakı ve korkusu sarıyordu her yanını. Gencecik bir delikanlının başında duruyordu şimdi, beyaz kefenin tüm bedenini kapladığı ama sanki özellikle sadece yüzünü açıkta bıraktığı bir cesettin başında durup kalıyordu. Delikanlının gözlerinin çevresi halka halka mor, siyah, kırmızıya bürünmüştü. Delikanlının ansızın gözlerini açması ve bileğinden tutup gözlerinin içine bakmasıyla sıçradı yatağın içinde. Yine aynı kabustu. Ne zaman gözlerini kapasa ve ne zaman uykunun masum kollarına bıraksa kendini aynı kabusun, aynı dehşetiyle sıçrıyordu yatağından. Kabusun güzel uykusunu bölmesine katlanabilirdi ama her uyanışında sırıl sıklam olması ve her defasında gözlerinden süzülen yaşlar canına tak etmişti artık.

Bundan tam iki hafta önce başlamıştı bu kabuslar. . Bu kabusların başlamasından tam iki hafta önce okul çıkışı bir arkadaşına rastlamıştı. Her zaman tebessümü ve tatlı dilliliği boynunun borcu bilmiş arkadaşının yüzünden düşen bin parçaydı. Bir kaç kere seslenmese onu duyacağı bile yoktu. Önce boş gözlerler baktı sonra yüzüne eğreti bir tebessüm yapıştırdı ama gözlerindeki çaresizliği silemedi. Güldürdü, kızdırdı, söyletti ağlattı... ve her zamanki gibi sonunu rakı masasında tamamlattı. Alkolun kanına karışmasıyla bir tesbihin habbeleri gibi döküldü, açıldı arkadaşı. Paraya ihtiyacı olduğunu söyledi, ama nasıl bulacağını bilemediğini söyledi. Konuştukça açıldı, açıldıkça acizleştiğini düşündü. Koca servetin ardında hiç birşey bırakmadan gitmesiydi aciziyetinin en mel'un sebebi. Okul için gerekli olan parayı bir türlü ucu ucuna denk getiremiyordu işte. Üstelik son iki haftaydı. Alkolun kana karıştıktan sonra beyninin yeksenaklığını bozan ve bu durumu toparlamak için diklenen ayyaşlar gibi diklenmeye küfürler etmeye başladı. Arkadaşına bu parayı bulma konusunda yardım edeceğini anlatsada dinletemezdi zaten. O olana bitene çoktan boyun eğmişti...

Ertesi sabah erkenden çocukluğundan beri tanıdığı bir zamanlar ondan it gibi korkan şimdiyse bütün bir semti serçe parmağında oynatan yan kesecinin yanına gitti. Yan kesici dediysek öyle geçmişini bir kalemde unutupta eskiden ona kol kanat germiş insanların canını yakan türden de değildi hani. E herşeyin bi raconu var icabında... El pençe divan durdu on sekizlik yan kesici karşısında. Lafı evirip çevirmeden izah etti durumu. Durumu izah ederken içi rahattı. Ne zaman kendimiz değilde bir başkası için iylik güzellik dilensek bir başkasından bizimde içimiz rahat olur nede olsa. Sonunda cinayet, hırsızlık, gasp... olsada. Bu parayı hemen temin edebilirdi, " hemen abi , dedi hemen. sen yeter ki emret!" ama bu durum içinin rahatlığına kezzap suyu döküyordu. On sekizlik gaspçıyı şimdi yeni yeni gasplara meylettirmekte onun raconuna tersti işte. İşi birlikte yapmaya karar verdiler. Çevrede ne kadar bu iş için uygun semt varsa hepsini bir bir didiklemeye başladılar ve sonunda birinde karar kıldılar. Cillop gibi bir jip kestirdiler gözlerine. Bir şekilde ya içindekilerle yada sadece koparabildikleriyle yetineceklerdi işte. Olmadı bi işe daha soyunacaklardı. O sadece kendine daha doğrusu arkadaşına yeteni alacaktı gerisi küçük gaspçının cebine kalacaktı. Herşey yolunda gitti hiç bir pürüz çıkmadı. Arabayı ellerinden çıkarmaları da hiç zor olmadı. Herşeyi o gece hallettiler. Eve huzur içinde girdi, nasıl o pis işi huzur içinde yaptıysa eve de öyle huzurlu döndü işte. Soyunup yatağa girdikten sonra dışarda silahlar patladı. Kulakları sağır edecek kadar çok ve ardı ardına. Hiç birşey yokmuş gibi pencereye kıçını döndü, e nede olsa bu semtte böyle şeyler hep oluyordu. Kapı zangır zangır sarsılmaya, gümbür gümbür çalınmaya, tekmelenmeye ve yumruklanmaya başladı. Bir kadın feryadı duyuluyordu kulakları tırmıklayan. Kapıyı açtığında caddenin ortasında gencecik bedeni kanlar içinde yatıyordu İbrahim. Gaspçı ibrahim... Nerden bileceklerdi ki çaldıkları jipin içinin eroin dolu olacağını...

Hiç yorum yok: