16 Ekim 2008 Perşembe

İçimdeki çocuk



Rüzgâr soğuk ve kızgındı. Tüm ihtişamıyla bahçedeki ağaçları sarsıyor, toprağa kavuşmak arzusuyla hareketlenen yaprağı rotasından caydırıyordu. Odası sıcaktı ama titreyen Beneğin halinden anlıyordu rüzgârın soğukluğunu Melisa. Yüreği gibi soğuktu ama kızgınlık ve hırçınlık yoktu hissettikleri arasında. Kırıktı, buruktu ve ince bir sızıyla kalmıştı bu sahipsizlerin sahibi yerde. Yıllarca anlayamamıştı, neden burada olduğunun farkına ancak son bir kaç ayda varabilmişti. O dönemlerde başlamıştı gözleriyle yollara takılıp kalmak, zaman zaman uzaklara, çok uzaklara dalıp gitmek.Yıllarca yurdun bahçesinde hep coşkuyla, gamsız ve kedersiz koşturmuştu. Tek sayılmazdı pek, köpeği en sevdiği, Beneği en yakın dostu idi. Artık son dönemlerde onunla da vakit geçirmek istemiyordu. Çünkü eğlenemiyor, gülemiyor, gamsız kedersiz koşup oynayamıyordu. Benek de hissediyordu ki bu duyguyu kulübesinden pek çıkmıyordu Melisa bahçedeyken. Hep bir şeyler bekliyor, yollarda birilerini gözleri arıyor, ta gönlünün derinliklerinden gelen anlamını bilemediği bir sızıyla sessizliğe, sahipsizliğe, yalnızlığa sürükleniyordu. Zordu onun için bu yaşta kavrayabilmek nedenini. Lakin hissediyordu, biliyordu, bir şeylerin özlemini duyduğunu. Evet, özlemdi bu ve acı veriyordu. Ne kimlik, ne sıfat. Hiç bir şey. Sadece neye karşı, niçin olduğunu biliyordu. Kavrayamıyor, ifade edemiyordu. Daha dokuz yaşındaydı. Tüm yaşıtlarının söylerken sıradanlık kazanan o kadar kelime vardı ki kendisi hiç bilmiyordu. Telaffuz edememişti çünkü, söylerken kelimenin vurgusunu dahi yapamayacak yabancılıktaydı.Yine oradaydı, pencerenin önünde. Yine uzaklara bakıyordu; yollara. Biri mi gelecekti? Bilinesi zor, kelimelerde kifayetsiz kalan duygularla. Sofadaki tüm nesneleri gözü kapalı seçebilirdi. O kadar çok bulunuyordu ki burada, kapıdan pencereye kaç adım, camlardaki her leke ve yeni oluşan her iz tarafından anlaşılabilirdi. Donuk ve dolgundu yine yüreği. Boğazında keskin bir bıçak yutkunma isteğini geri çeviriyordu sanki. Birisi gelse, ne yapıyorsun dese koşup sarılacak ve hıçkırıklara boğulacaktı sanki. O değil, sema ağlıyordu sanki yerine. Sanki ona ne yapıyorsun denmiş, örselenmiş, hatta bir tokat atılmıştı. Kana kana, ara soluklarını bile almadan, bebekler misali ağlıyordu gökyüzü. Keşke kendisi olsaydı böyle boşalan diyordu. Diyordu da, sessizce…

2 yorum:

Sanem dedi ki...

Biraz hüzünlü, biraz da karamsarız galiba bu günlerde. Uzun sürmemesi dileğiyle... :))

kaldırımçocukları dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.