29 Nisan 2008 Salı

Derviş Ve Ölüm


"Hokka ile kalemi ve yazmakta olan şeyleri tanıklığa çağırıyorum. Yanıltıcı akşam karanlığını, geceyi ve gecenin canlandırdığı herşeyi tanıklığa çağırıyorum; Ayın ondördü ile şafak vaktini tanıklığa çağırıyorum; Kıyamet gününü ve kendi kendini kınayan ruhu tanıklığa çağırıyorum; Her insanın daima zararda olduğuna dair her şeyin başlangıcı ve sonu olan zamanı tanıklığa çağırıyorum" Bu cümleleriyle beni büyüledi Meşa Selimoviç. Kitap bu cümlelerle başlıyor.Ahmet Nurettin bir mesnevi şeyhidir. Dini çizgiden çıkmamaya çalışan ve herşeye adaletle hükmetmeye çalışan biridir. Erkek kardeşi suçsuz idam edilir. Ve başlar kendisiyle, çevresiyle olan muhasebesi. Dostlarından şüphelenir, bakışların cümlelerin ardında ima arar. Hayat dolu neşeli bir genç olan Hasan'ı çok sever, güvenir... Fakat öyle anlar gelir ki onun bile dostluğundan kardeşliğinden şüphelenmeye başlar. Ve kitap okuycuyu sarsan bir sonla biter... Bosna'da kurşuna dizilerek idam edilen erkek kardeşinin acısı Selimoviç'i içinden çıkılamayacak buhranlara sürükler ve günlerce yataktan çıkamaz. Daha sonra bu olay üzerine bir roman yazmaya karar verir. Yıllarca uğraşır bu roman üzerinde.Ve yıllarca süren emek ve çabanın sonunda ödüllere layık görülen üniversitelerde ders olarak işlenen harika bir yapıt çıkar ortaya.
"Çılgın gibi zamanı geri çeviriyor, öldürülmüşü diriltiyorum. Kendisiyle ilgilenmek için gelmiştim. İnsanca, kardeşçe bir davranıştı bu. Korkmak, utanmak için bir sebep yoktu. Kendisini yakında serbest bırakacaklardı. Şimdilik benden hediyeler alacak; terk edilmiş olmadığını, kapı önünde kendisiyle aynı kanı taşıyan birinin bulunduğunu, kulelerin, nöbetçilerin, hiçbir şeyin ağabeyinin onu aramasına engel olamadığını bilecek. Benden onbeş yaş küçüktü kardeşim. Onunla daima ilgilenmiş, onu kente ben getirmiştim. Hey insanlar, bu en güç durumunda kardeşimi yalnız bırakabilir miydim hiç? Benden başka kimsesi yoktur onun. Kardeşime nasıl ihanet edebilirim ben? Hem neden ihanet edeyim? Kimin adına? Varın hepiniz yan bakın, kızın, başınızı sallayın, bana vız gelirsiniz. Buradayım işte. Bana her şeyden daha yakın olan bu ilişkiden vazgeçmeyeceğim. Bu sevgim yüzünden isterseniz beni parçalayın. Sevgime nasıl karşı koyabilirim? Geldim kardeşim, yalnız değilsin. Ama geç kaldım. Bütün olup biten ve olmayan şeylerden sonra, kardeşim için ancak, kendisine ulaşır umuduyla dua edebilirim."


"Sönen her günün sonunda, acı vermemesi için geçmişi silmiş, öldürmüş olsaydık; yeni günü artık mevcut olmayanla kıyaslamaz, ona daha kolay tahammül ederdik. Böyle ise hayal ve gerçek birbirine karışıyor, hatıranın da , hayatın da temiiz kalmıyor."S. 231

"İlkbaharda, renksiz kanlarını damarlarımda akıtmayı, onlar gibi ağrı duymadan çiçek açmayı, solmayı arzu ederek iki elimle o aynı ağaçların sararan yaprakları dökülüyordu. Bende ise bunun tersi oldu. İlkbaharda soldum; sonbaharda çiçek açıyorum."

22 Nisan 2008 Salı

İsyan



Saygıydı dilediğiniz şey öyle mi?
" kanuna saygı, büyüğe saygı, farklı fikirlere saygı..." Bu cümlenin ardından saygı duyabileceğimi sandınız. Saygı ha! Saygı! Ben hiç kimseye saygı duymam. Takındığım tavırları veya yaşam tarzımı farklı kalıplara yerleştirip, beni bir ideoloji kalıbına oturtmaya çalışıp ve bunun bir türlü ismini bulamayan bundan sonrada ortada kalmış bir düşünceye yeni akımlara kapılan bir genç olduğumu iddia eden sizlere saygı! Bir bireyken hiç bir önemi yoktur düşüncelerimin, toplu haykırınca ise toplu gideriz cehennem çukurlarına. Yeryüzüne dağılan yasalara da saygı duymam. Sürü psikolojisine mi sahip sanıyorsunuz siz bizi?! Her ideoloji her akım yeni soykırımlardır. Neden birnin safını seçip o yolda yürümemi bekliyorsunuz? Bunları yapmıyorsam " saygı duy" Hayır asla! Küfürbazın, isyankarın tekiyim evet. Takın dediğin terbiye ise sizin gibi aciz adem evlatlarının ardına sığındığı bir kapıysa eğer, sizin karşınızda hiç bir yere sığınmam. S..... Çekerim; modernliğinize, çağdaşlığınıza, topunuza... Diktatörce yaşayıp, diktatörce davranıp bana saygıdan ve terbiyeden söz edebilme cürreti ise yine varolmayan aklınızda garip bir kıpırtıdan ibarettir sadece. Sizin atalarınız da sizi hep aynı cümlelerle çağırdı ve alıştırdı buna. İnsanlık parsel parsel parçalanıp, tüm güzel değerlerini yitirirken, siz atalarınızdan kokuşmuş saygı ve terbiye dersleri alıyordunuz. Onlar bilgiç tavırlarını takınmış; yüzlerinede bana göre komik onlara göre ciddi bir ifadeyle anlatıyordu sizlere; " saygı duyun evlatlarım, terbiyeli olun" Söylemek istedikleri ve sizin zihninize yerleştirdikleri kurallar ise çok daha farklıydı, onlar sizlere diyorlardı ki " siz başkalarının hak ve hürriyetine el atın, bizim sizlere öğrettiklerimizi onlara öğretin ve şayet farklı düşüncelerle soyumuzu farklı yönlere çekerlerse onlara saygı ve terbiyeyi öğretin!" Onlar toprak altında çürürken saygı duymuş mu böcekler cürüyen bedenlerine? Bir sor bakayım sevgili atalarına? Bende sizin çürüyen düşüncelerinize saygı duymam, yıllardır değişmeyen saplantılı fikirlerinize. Haydi şimdi de sulha davet edin beni. Hiç bir davetinizi icabet etmeyceğimide biliyorsunuz. Sizinle aynı havayı solurken bile ne kadar acı çektiğimi anlayamazsınız. Ciğerlerim patlar aslında nefessizlikten. Öz babanız ağlarken ardınızdan, siz insanlığı iyi yerlere getirmeye çalıştığınızı iddia edin. Birde utanmadan " adem evladı" deyin kendinize. Siz öğrete durun kalıplaşmış yaşamlarınızı; ben vurup yıkarım her gün dayatılmış kuralları.

"Bu toplum çöptür, çöpçüdür! Tükettiği çöpe dönüşür...hayatı pettir, çöp kokar...Sanayi toplumu, her alanı çöpleştirir. Günlerimizi çöple başlatır, çöple bitirir. Bu toplum çöp biriktirir... Bu toplum bireyi çöp arıtmada harikadır...Arıtma bir günümüzü alır. Kağıt çöpler bir torbaya, yemek atıkları başka torbaya, gazeteler ve dergiler karton kutuya... Bu toplumun ruhu çöptür; sanatı, dansı, kültürü çöptür. Hey sizler! Ürettiğine çöpçü olanlar daha ne bekliyorsunuz toplasanıza çöpleri..."

11 Nisan 2008 Cuma

Kadınlar Tekkesi


Tekke'nin kurucusu Şeyh Baki, divandan okuduğu güzel kasidelerle ve mistik melodilerle İstanbul'un soylu asil dul - hatta şen dul- kadınlarını kendine bağlar. Kadınlar varlıklı oldukları için şeyhin bir eli yağda bir eli baldadır. Çok güzel günler yaşarken aniden karşısına aşk-ı didem dediği Neşide çıkar. Vahdet-ül vücutçu olan şeyh Baki Allah'ın suretinin Neşide'ye naksettiğini iddia eder - hoş o tüm kadın müritlerine aynı şeyi söylüyordu- ama Neşidesi farklıydı belki onu cennet bahçelerine benzetmekte haklıydı. Altmış sekizinde gerçek aşkı bulan bir şeyhin hayatı ve kendine sebepsiz bağlanan sonra yine sebepsiz kaçan güzel Neşide'nin garip öyküsü... Yazar önsözde gerçek yaşam öyküsüdür diyor bu kitabı dahada merakla okumamızı sağlıyor. İnsanların dini duygularını ne kadar komik suistimal ettiklerini anlayacak ve bir an olsun durup düşüneceksiniz " acaba benim hayatımda da böylesine hurafeler, saçmalıklar var mı " diye.

2 Nisan 2008 Çarşamba

Med-Cezir


En büyük korkumdu benliğimi yitirmek, en büyük korkumdu kabuslarım, karabasanlarım. Benliğimi yitirmemek, insanlığımdan ödün vermemek için düşündüm gecelerce... Konuştum, aynı kaderi paylaştığım insanlarla. Betimlemelerim, tasvirlerim ve mısralarıma hapsettiğim duygularımda hep aynı şeyleri yansıtır bu yüzden. Belkide bunun içindir gördüğüm en küçük umut ışıklarına sarılışım tüm gücümle. Parlayıp sönen o ışıkları bakii kılmak için çabaladım. Ama hiç birşey sonsuz değildi. Parladı söndü sayısız umut med cezirlerimin arasında. Hesaplayamıyorum karanlıklarım mı ağır basar, umutlarım mı? İkisini kefelere koyup tartmak isterken, düşünüyorum peki insanlığımı kaybettiğim zamanlar? İşte bu noktada cümleler kilitleniyor bir bir... Karanlıklar içinden sıyrılıp çıktığım umut ışıklarına sarıldığım anları düşünüyorum cümlelerimin kilitlendiği anlarda. İşte o zamanlar da en büyük hazzımdı istasyon caddesinde yürümek, birde bir tepe vardı bu şehire kuşbakışı bakabildiğim. Gün batımlarında evleri turuncuya boyayıp, tüm sefaletleri silmek istercesine batan güneş. Oradan o güzellikleri seyrettikten sonra dar bir sokağa geçer isimlerini bilmediğim ağaçların altında yürürken ayak seslerimi dinlerdim. Ve sevgili med cezirlerim... Gün batımları ve güzel baharlardan sonra sönerdi umut; karanlık, basık, küf kokan yalnızlıklarım arasında