30 Ocak 2009 Cuma

İngilizce Konuşamayan Kediler


Bizim klasik veteriner ziyaretlerinden birindeydik o günde. Klasik diyorum çünkü bu ziyaretler belirli bir süre sonra klasikleşir ve yılda bir kereye iner. Ve veteriner ziyaretlerinde sizin gibi hayvan sevgisiyle dolup taşan insanlar gördükçe sevinirsiniz. Kedi ve köpek besleyen insanlarda onu dostu olarak görmek ve çocuğu olarak görmek yaygındır. Hatta bu durum sadece kedi ve köpekte sınırlı kalmaz, balığını, faresini, kaplumbağasını dostu ve çocuğu olarak gören insanlarda tanıdım. Bu insan türüne doğal ve gerçekten hayvan sevgisi olan cinsler diyorum ben. Birde kedi ve köpeğinin cinsiyle övünen ve ırkçı insanlar varki sormayın. " benim kedim saf kan siyam" derken göğsünün nasılda kabardığını görmeliydiniz. Onca kedinin içinde siyam sanki değerli bir mücevhermiş gibi bahsediyordu. " senin kedinin cinsi ne? " diye sorduğunda " ankara van kırması dedim ve kadının yüzü sanki önlenemez salgın bir hastalık var kedimde demişim gibi buruştu, " nasıl yani kırma mı besliyorsun?" soru karşısında önce sessizliğimi korudum ki bunun sonsuza dek sürmemesini istedim. Aslında bu bir nevi soruyu anlama ve kadının yüzündeki o illet ifadenin ne anlama geldiğini çözme çabasıydı. Sanırım cevap verirken biraz kekeledim " e e evet" o e leri sıralarken de kadının tavrını anlamaya çalışıyordum ki bir bomba daha geldi, " kırmalardan nefret ederim" Tabii yüzündeki ifadeyi kendi açıklamış oldu bu durumda. " ne yani sen faşist misin? Amerikada yaşasaydın zenci avına mı çıkacaktın? Ve ya düşündümde sen eğer Amerikada başbakan olsaydın beyazlarla siyahların evlenmesine izin vermezdin değil mi?" Faşistin ne anlama geldiğini biliyor mu, bilmiyor mu anlamadım. Hakaretler karşısında soğuk kanlı olmayıda biliyordur belkide... Çok merak ediyorum acaba siyam kedileri ingilizce mi konuşuyorlar? Yada Fransızca? Veya saf kan siyam kedisinin doğa üstü güçleri vardır. Yada ne bileyim o gelmeden yemeği falan hazırlıyordur. Miyav demiyordur da tüm hayvanların sesini taklit edebiliyordur. Sonuçta her kedi miyavlar, her köpek havlar diğer insanlarda bunu inkar edemezler. En güzeli kaplumbağalar ve balıklar hiç ses çıkarmazlar. Ama eğer onun gibiler üç yüz dolarlık bir balığın karada dans ettiğini iddia ederse o zaman durum değişir. " bizim kedi geçen yıl masterını bitirdi bu yıl bir şirkette güzel bi maaşla işe başladı."
" ayol sen ne diyosun bizim köpek üç yılda çalıştığı parayla leb-i derya bir köşk birde son model araba satın aldı" . Bende o köpek ve kedilerden istiyorum! Hem benim kedimle köpeğim neden kırmalar ki? Yaşasın saf kan siyam olup Fransızca ve ingilizce konuşup aynı zamanda miyavlamayan kediler!
beyaz siyah
siyah beyaz
bazen
her zaman
hiçbir zaman
kim bilir
belki
şimdi
vur kendini

27 Ocak 2009 Salı

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu


Bana işkenceyle kendi ödevlerini yaptıran Sevgili Eda'nın baştan savma ödevi... Beni kandırabilmesinin tek nedeni " bak doktor olunca seni tedavi edicem sözzz " demesi. tabii ben bu duruma kanmıyorum. Umarım iyi not alırsın.


Bir psikolojik roman türü olan dokuzuncu hariciye koğuşu Peyami Safa’nın kendi hayatından kısa bir kesiti sunmaktadır. Hayatı boyunca çeşitli hastalıklara maruz kalan yazar hasta psikolojisini anlatmada gerçekçidir. Küçük yaşta çeşitli hastalıklara yakalanan Safa’nın romanda ve yine eseri olan Bir Tereddüdün Romanında da baş kahramanın adını anmamasının sebebi hastanın kendisi olmasıdır.

Yazar romanda ilişkilere, yere, zamana ve tüm hayata bir hastanın gözüyle bakmış Romanın içinde en çok göze çarpan psikoloji analizleri. Hastanın gittikçe kötüleşen durumuna verdiği tepkiler, hastalığının ilerleyişine verdiği tepkiler, hastalığa alışma aşaması ve tüm bunlar ruhunda dalganırken yaşadığı karışık duygular. Hastanede yaşadığı ilk gece, bir hastanın hastaneye ve doktorlara bakış açısını çok güzel anlatıyor. Romanda hastanın doktorların en ufak hareketlerine anlam katıp, söyledikleri cümleleri dikkatle dinlemesi, yapılan muayeneyi en ince ayrıntılarına kadar takip etmesi bize hastaların hastalıkları karşısında ne kadar hassas ve tedirgin olduklarını göstermektedir .

Roman baştan sona hasta psikolojisi üzerinde durduğu için, insanların hastalıklar karşısında nasıl tepkiler verebileceğine, onlarla nasıl baş edebileceğine ve ruh sağlığının da aslında diğer hastalıklar üzerinde nasıl etkili olabileceğine dair ipuçları vermiş yazar. Dr Mithat'ın hastaya yakınlığı ve onu hep teselli etmeye çalışması, bu teselli ve onu hastalıklar açısından bilgilendirmesi de hastanın hastalık karşısında daha dirençli olmasını sağlamış...Tedavi süresince doktor ve hasta ilişkisinin önemini, doktorun hareketleri ve kurduğu cümlelerle hastanın psikolojisi üzerinde ne kadar etkili olduğunu da sık sık vurgulamış...


Hastaların kendilerini en yakın bulduğu kişiler yine hastalardır.

“Beş dakika sonra hastaneden çıkıyorum.Son not.Bu odada başkaları inleyecek.Onları şimdiden gayet iyi tanıyorum.Üstümden çıkarıp attığım robdöşambr içinde,ebediyen aynı insan bulunacak:Hasta”

17 Ocak 2009 Cumartesi


Onlar tanrıydılar. Tanrılar soyundan gelen ve tüm insanlara hükmeden. İsterlerse gazap eden, isterlerse merhamet eden... Ama onlar diğer akılsızlar gibi kendilerinden güçlü tanrıların da varolduğunu asla inkar etmezlerdi. Her zaman olduğu gibi onların tanrısal güçleri de babadan oğula geçerdi. Hem tanrılar soyundan gelmeyen biri nasıl tanrı olabilirdi ki?! Sadece tanrılar soyundan gelenler hayatın tüm nimetlerinden yararlanabilirlerdi. Diğerleriyse hep onların kölesi olmuştu. Bu onur verici bir şeydi. Nil nehri kıyılarına yaptırdıkları pramitlerle dünyanın sonuna kadar hatırlanacak, hatta orada varolacaklardı. Kutsal mabetlerini açmaya kalkan insanlar lanetlenecek, ateşler ve cehennem tanrıları tarafından gazaba uğrayacaklardı... Tutankamon'da böyle yapmıştı. Kaç nesil evvelki dedesi aman tanrısıydı bilinmez. Ama o da onların soyundandı. Ne haşmetli ne güçlü bir tanrıydı o! Pramitinin yapımında binlerce işçi çalıştırmıştı. O işçileri canı istedikçe kurban etmektende çekinmemişti. Ne de olsa tanrı dediğin hem diriltir hem öldürürdü. Haşmetlinin haşmetlisi yüce tanrı!

Bugünkü kurbanları o sunacaktı bereket tanrısına. Üç güzel kızı, eşi bulunmaz mücevherlerle, ipeklerle süsleyip kurban edecekti. O güzel kızları ve tabii mücevherleri alan yüce bereket tanrısı Nil'i hiç taşırmadığı kadar çok taşıracak ve o yıl hiç yaşanmamış bir bereket yaşanacaktı. Belki yeni ambarlar bile yaptırmak zorunda kalacaklardı. İlk defa üç bakire kurban edilecekti daha evvel hiç bir tanrı böyle bir şey yapmamıştı. Yaşanan kıtlıklarında sebebi buydu işte ama onlar bunu düşünememişlerdi. O düşünecekti ve hatırlananlar içinde en çok hatırlanan olacaktı. Üstelik bugünün çok önemli bir nedeni daha vardı, o diğer tanrılardan daha çok hatırlana bilmek için tam beş pramit yaptırmıştı ve onun mabedleri tüm mabedlerden büyük ve daha çok değerli taşlarla süslenmişti... Tanrılar diyarına ne zaman gideceği ve yüce tanrıların onu nasıl karşılayacağını çok merak ediyordu, bu kadar şeyden sonra ona orada çok yüce bir kimlik verecekleri de kesindi zaten...



Etrafında ona hizmet için birbirini ezen kulları her şeyin hazır olduğunu haber verdiler. Aynada kendine bakarken göğsü biraz daha kabardı. Eline değerli taşlarla süslenmiş alltından ağır asasını aldı. Bulunmaz ipeklerden yapılmış ve mücevherlerle süslenmiş ayin kıyafetiyle azametli bedenine bir kere daha baktı " kusursuz!" tanrı dediğin de böyle olmalıydı zaten... Tahtına oturdu ve emrini verdi. Kulları altından yapılmış tahtı omuzladı. Onu Nil'in kıyısana götürmek için yola koyuldular. Taht ne kadar ağırdı... ama kul dediğin sorgulamaz sadece boyun eğerdi...


Kızlar hazırlardı. Firavun asasını sıkı sıkı kavradı ayağa kaltı, binlerce insan secde etmişti... Onlara bakarken göğsü biraz daha kabardı. Yüzündeki ifade de tanrılara yakışır bir ifadeydi..
" Ey denizler ve bereket tanrısı! Sana sunduğum bu güzel bakireleri kabul et. Bize daha çok bereket ver. Ve Nil bu yıl her zamankinden çok taşsın..." Konuşmayıda yaptığına göre artık kurbanlar bereket tanrısına sunulabilirdi. Firavun asasını biraz kaldırdı, tam yere vuracaktı ki Nil homurdanmaya başladı. Sanki içinde iplerini koparmış cehennem yaratıkları yeryüzüne doğru yükseliyorlardı. Sanki canavarların tek çıkış yolu Nil'den açılan kapıydı. Firavun sinsi sinsi gülümsedi, sert yüz hatları yumuşadı, "işte , dedi işte bereket tanrısı cevabını verdi bile"

" Ey berelet tanrısı kabul et!" Nil son kez homurdandıktan sonra kocaman bir karartı yükseldi firavunun üzerine doğru. Asa yere değecekken havada kaldı. Kullar bir tanrıya bir Nil'e baktılar. Nil kabardı, kabardı... Son görülen firavunun şaşkınlığıydı. Ne asa kaldı geriye ne firavun...

11 Ocak 2009 Pazar

Gel-Git


Her akşam yaptığım gibi kitap okuma saatimi iyi değerlendirmek için yumuşak koltuğuma gömüle bildiğim kadar gömüldüm, tavşan kanı çayımdan bir yudum aldım ve elimdeki kitabın derinliklerine daldım. Sadece iki üç sayfa okumuştum ki, önce kelimelere, sonra cümlelere, daha sonra baktığım sayfaya birşeyler oldu. Baktığım yerde sadece bilmediğim şekiller görüyor bu şekillerin anlamını da bilmediğim için deli oluyordum. Sadece bir an. Belki on saniye, belki daha az. Kim bilir... Bu saniyelerin asırlaşması ve bu saniyeler içinde yaşadığım duygu yoğunluğu kalbimi durduracak sandım. Sanki millerce yüksekten yere çakılmışım gibi bir histi beni kaplayan. Bir anda dünyanın tüm güzellikleri ve çirkinlikleri silindi. Sadece elimde bilmediğim bir nesne ve içinde anlamını bilmediğim şekiller vardı. Zamanın durup yeniden başlaması gibi çözüldü kelimeler, cümleler... Ve yazar kaldığı yerden devam etti anlatmaya, önce bir tarla belirdi zihnimde, sonra tarlada çalışan bir köylü, Akdeniz olabildiğine güzeldi o günde, tuz ve deniz kokusu sarmıştı yine her yanı. Sonra Akdeniz'i gördüm köylünün baktığı yerde. Masmavi bir gök belirdi başımın üstünde, kocaman beyaz bulutlar vardı gökyüzünde, dans eder gibi akıp gidiyorlardı. Ağaçları anlattı yazar, ağaçlar belirdi, toprak kokusu dedi, toprak kokusu geldi burnuma...

İyi ki okuyabiliyorum...

6 Ocak 2009 Salı

Bir Akşamdı



" Hatırlıyor... Bir akşamdı... Oda loş... Kafes delikleri mavi... Gündüzün loş ışıklariyle beraber, sanki, odadan eşya da çekiliyordu; Levhalar, duvarların kara zeminine batıyorlar, minderler sönüyor, iskemleler dağılıyor, ve hepsi, buğulanarak şekilsiz bir uçuşla kayboluyorlar. Minderin köşesinde oturan babası, bir öksürükten sonra ileri fırlayan başını hâlâ doğrultamamış, iki büklüm. Yüzü gittikçe kararıyor ve siyah ceketinin rengini alıyordu. Her şeyi koyu kurşun renkli bir buğu kaplamıştı. Akşam "



Boynumun borcuymuş gibi Safa'nın tüm kitaplarını okumak hatta tabir yerindeyse hatmetmek için elimden geleni yapıyorum. Arka arkaya aynı yazarın eserlerini kolay kolay okuyamam ama Safa'nın kaleminde beni çeken bir şeyler var. Yazarın bir kaç eserini bile okumadan onun kadın düşmanı olduğunu savunan insanlar vardır. Zaman zaman onlara hak vermiyorum desem yalan olur. Ama yazarın ele aldığı kadınları göz önünde bulundurunca haklı olduğu noktaları göz ardı etmekte, yiğidin hakkını yemek gibi bir şey olur kanaatimce... Bir Akşamdı romanında da ele aldığı konu diğer kitaplarıyla aynı. Kimin eli kimin cebinde belli olmayan gençler, bir yanda Fransa hayranları , her yerde Fransızca konuşan zübbeler, anlık isteklerle hayatta varolan tüm çirkeflere gözü kapalı atlayan, kendi yaşamlarından tat almayıp macera peşinden koşan ve sonuçta hep pişmanlık duyan gençler... Eğer yanlış hatırlamıyorsam; Yalnızız, Biz İnsanlar, Fatih Harbiye, Bir Akşamdı, Canan, Sözde Kızlar hemen hemen aynı olayları ve yaşam tarzlarını konu alan eserlerdi. Aslında bu eserlerde değinilmesi gereken çok nokta var... Yazarın tasvirleri ve psikoloji analizleri ve kendi yorumları ( ki çoğu zaman iğneleyici oluyor) eserleri okunulası kılıyor.

Eserin baş kahramanlarından Meliha İzmit'te körfez manzarasını seyretmekten bıkmış ve kendine yeni sergüzeştler arayan bir kızdır. Bir akşam zabit İhsan'ın evlerine gelmesiyle istediği sergüzeşt yolları açılır. İhsan ise roma imparatorluğu hayranı bir zabittir. Hayatının her noktasında örnek aldığı tek şey roma imparatorluğudur. Kadınlar onun için sadece eğlenilecek, güzel vakit geçirilecek ve son kullanma tarihleri geçtiği zaman atılacak varlıklardır. Bunun için etrafında sayamadığı kadar çok kadın vardır. Ve Meliha'nın İstanbul'a gidişi, İhsanla aynı evde yaşamaya başlaması bu zaman zarfında Meliha'nın, İhsan'ın, Meliha'nın hasta babası ve annesinin ruh hallerini yine harika bir şekilde kaleme alır yazar... Meliha'nın babasının ölümü İzmit'e dönüş ve yine çalkantılı ruh halleri etkilenmeyecek gibi değildi...

İhsan'ın aslında evli olduğu - bir Fransızla...- ve bu kadından altı yaşında bir oğlu olduğunu öğrenir Meliha. Daha doğrusu bir gün Bert oğluyla birlikte İhsan'ın evine gelir. İki kadının yaşadığı şok ve yine analizler... Kadınlar ayrı evlerde ama aynı adamla yaşamaya devam eder. Nede olsa romalılarda öyle yapıyorlardı der İhsan...

Meliha'nın İhsan'a kızması ve İhsan'ın arkadaşlarıyla yaptığı sefahatler ondan intikam almak içindir başlarda. Ama farkında olmadan çıkılmaz bir bataklığa düşer Meliha'da.

Ve Kurtuluş Savaşı başlar. İhsan büyük umutlarla Anadoluya geçer. Birinci İnönü Muharebesinde düşman askerin namlusundan çıkan kurşun ve kurşunun hedefine ulaşana dek yazarın yaptığı tasvirlerde okunmaya değer. Son zamanlarda çevrilen filmlerden birini seyrediyorum gibi bir hisse kapıldım o kurşun hedefine varana dek...


Ve kitabın finali ( anlatmam korkmayın ), bana kalırsa herşeyden daha güzeldi. Normalde üç noktayı koyup çekilen Safa bu defa farklı bir son hazırlamış ve noktayı kendi koymuş... Yazarın uslubunu bilenlerin etkileneceğini düşünüyorum... ezcümle yapı ve değinilen noktalar bakımından diğer eserlerine benzesede çok eğlenceli ve okunmaya değerdi...

1 Ocak 2009 Perşembe

Haydutlarım Bir Kelebeğin Önünde Diz Çöker


Örneğin okula gitmeye karşı kullanılan olumsuz jest gönüllü cehalettir.

Kitaplardaki çöplük ile birlikte kitaplarıda reddeden çocuklara sempati duyuyorum. Çalışmayı reddetme, işten düzenli olarak kaytarma, çalışırken içki içme, sabotaj ve salt dikkatsizlik biçimlerini alabilir, fakat ayrıca yeni isyan modlarına da yol açabilir. Ailenin olumsuz reddedilmesi, açıkça boşanmadır ya da parçalanmanın başka belirtileridir. Tek ebeveynlikten grup evliliğine, erotik bağlılık grubuna...



Evlere girin ancak çalmak yerine şiirsel-terör nesneler bırakın...
Birilerini kaçırın ve onları mutlu edin...